GÜNCEL YAZILAR

  • Resulullah’ın Davet Mektuplarının Oluşturduğu Tesirler Ve Olumlu Sonuçlar / 22-04-2020

    Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicret etmesinden sonra Medine’de oluşturduğu İslâmî yönetim kısa bir süre içinde kurumsallaşmış ve yerleşmiş, bütün Arab Yarımadasında etkili olmuş, insanlar bu tevhid ve rahmet dini üzerinde birleşmeye ve tek vücud olmaya başlamışlardır. Bu durum gerçek anlamıyla ileride başlayacak olan fetihlere önemli bir zemin hazırlamış İslâm’ın yeni bölge ve coğrafyalara taşınmasını kolaylaştırmıştı. Bu başarılar yönetimsiz ve organizesiz olmazdı, olamazdı. Allah’ın ahkâmının/vahyin ve İslam hukukunun her alanda gittikçe tamamlanmaya doğru ilerlediği bu yedinci ve sekzinci hicri yıllar ve sonrasında bu ahkâmın insanlar arasında uygulanması için gerekli zemin ve yönetim oluşmuştu. İslam’a yeni katılan bölgeler Medine’ye bağlanmış ve Medine’den yönetilmeye başlanmıştı. Arık bu bölgelere valiler, kadılar zekat görevlileri ve namaz kıldıracak imamlık ve hatiplik yapacak görevliler tayin edilmeye başlanmış ve devletin organları oluşmaya başlamıştı. Bütün bungörev ve kurumlarla artık bir devletin yönetiminde esas olan teşrî’/yasama, yürütme ve yargı organları şekillenmiş oluyordu.

    Bu arada imzalanmış olan Hudeybiye Barış Antlaşması ile ilk etapta Müslümanların aleyhine sonuçlar vereceği zannedilmiş olan bazı maddeler olsa da Medine’ye dönüş yolunda nazil olan “Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik,”[1]  ayeti ile Mekke’nin fethi müjdelenmiş, hz. Peygamber ve ashabı Medine’ye büyük bir mutluluk ile geri dönmüşlerdi.

    Kısaca Hudeybiye Antlaşması ve fetih müjdesi sonrasında Medine’de sükûnet ve huzur ortamı içerisinde hz. Peygamber İslâm davetini genişletmek ve “Biz seni ancak alemlere Rahmet olarak gönderdik,”[2] ayetinin gereğini yerine getirmek için önemli bir hamle yapmıştı. Arabı, Acemi, Hristiyanı, Yahudiyi ve hangi dine mensup olursa olsun bütün insanlığı, civardaki bütün devlet ve emirlikleri, aşiret ve kabileleri İslâm ile şereflenmeye, tevhid sancağı altında toplanmaya davet eden Resulullah Arap Yarımadası’nda dağılmış bulunan kuvvetleri bir araya toplamak ve Yüce Allah’ın dinini dünyaya hakim kılmak için İslâm’a davet mektuplarıyla dış dünya ile irtibata geçmiş, kabilecilikten ümmet devletine önemli bir adım atmıştı.

    Mektupların tarih içerisinde çeşitli nüshaları bulunmuş, fakat bunların orijinalliği hususunda bazı Batılı oryantalistler şüphe uyandırmaya çalışıp mektupların gerçek olmadığını iddia etmelerine rağmen bu konuda birçok çalışma yapmış olan değerli hocamız Allame Prof.Dr.Muhammed Hamidullah’ın yaptığı araştırmaların neticesi bu mektupların gerçek olma ihtimali, sahte olma ihtimallerinden çok daha kuvvetli olduğunu ilim dünyasına kanıtlamıştır. Ayrıca bu vesikaların aslına uygunluğu aleyhine bu güne kadar ileri sürülen tenkitler ilmi olmaktan ziyade tamamen kasdi, ideolıjik ve batıl ve muharref inançlardan kaynaklanan duygusallıklardır.

    İşte bu anlattığımız sözkonusu İslâm’a davet mektuplarının tesiri alabildiğince büyük olmuş önemli faydalar sağlamıştır. Bu büyük tesirler temsil ettikleri ulvi ve yüce davet ve davadan kaynaklanmaktadır. Bunun için pek azı müstesna mektupların muhatapları İslâm’ı kabul etmeseler bile bu davet ve mektuplarını saygı ile karşılamış ve bölgenin yeni din ve devletinin dış politikasını yakından tanıma imkânı bulmuşlardı. Bu devlet salt bir idari yapıyla ortaya çıkmamış bir din, bir dava ve bir Allah’ın hükümleri ve emirlerine uymaya davet esasları üzerine kurulmuştu.

    Diğer yandan Kureyş’in, Habeşistan’a hicret eden Müslüman muhacirleri geri getirmek maksadıyla Mekke’den gönderdiği elçileri de umduklarını elde edemedikleri gibi, götürdükleri hediyelerle birlikte elleri boş olarak geri çevrilmişlerdi. O sıralarda her ne kadar Rasulullah’ın Necaşi’ye mektubu ulaşmamış olma ihtimalı söz konusu idiyse de Müslüman muhacirlerin sözcüsünün mektupların özünü teşkil edecek olan İslâm hakkında yapmış olduğu açıklamalar Habeş diyarında ve hükümdarlık sarayında son derece olumlu bir tesir oluşturmuştu.  Habeş hükümdarının tutumu, daha o zamandan Kureyş’in ümidini kırmış ve Muhacirleri geri getirme teşebbüsleri akim kalmış ve bu beklentilerinden dolayı elleri boş döndüklerinden Mekke müşriklerini iyice sarsmıştır. Bu da İslâm dini ve mensuplarının uluslararası boyutta kabul görmeye başladığını gösteriyordu.

    Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) her alanda olduğu gibi diplomatik ilişkiler alanında da kurmuş olduğu İslâm Devleti’ne bir nizam ve anlayış kazandırmış, bir sistem kurmuş, O’nun yolunu izleyecekler açısından örnek teşkil edecek uygulamalar gerçekleştirmiştir. Bu itibarla onun kurduğu irtibatlar, mektup ve heyetler gönderme yahut elçi ve heyetleri kabul etme işlemleri sadece bir çağrı niteliği taşımamakta, aynı zamanda hayatın bütününü kuşatan bir devlet nizamının bir parçasını oluşturmakta, nerede nasıl davranılacağı konusunda dış ilişkilerle ilgili siyasette uluslararası temel ve önemli düsturlar kabul edilecek örnekler ortaya koymuş bulunmaktadır.

    Şirk ve uyduruk put ve ilahların her yerde yaygınlaştığı ve hükümdarların bir kısmının kendilerini ilah ilan ettikleri veya ilah gibi kanun koyma haklarını uhdelerine aldıkları bir dönemde ve dünyada, hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) dünya lider ve hükümdarlarına gönderdiği mektupların hemen hemen hepsinde “Allah’tan başka bir Rabb ve İlah yoktur, O’na iman ediniz” diye davette bulunması hem manidar hem de etkileyici olmuştur. Putperestliğe karşı mücadelesinde asla taviz vermeden diğer dinlere mensup dünya hükümdarlarına karşı tevhid inancını ilan edip haykırması bir mesaj idi. Tevhid inancı olmadan din olamayacağını Allah’a ortak koşulan bir inancın da doğru olamayacağını bu davet mektuplarında bütün dünyaya ilan ediyordu.

    Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) kendilerine davetin ulaştırıldığı hükümdarların tutumlarına karşı gerekli diplomatik cevapları bu davet mektuplarında verdiği görülmektedir. Yanlış inanca devam etmeleri halinde İslâm’ı ve Müslümanları en kısa zamanda karşılarında bulacaklarını da çok nazik ve uyarıcı bir uslüpla yazmıştı. İyi niyet ve samimiyetle yoğrulmuş ifadeleri ihtiva eden mektuplar ince bir siyaset örerek diyalog kapılarını aralamış ve ileide gerçekleşecek fetihlere zemin hazırlamıştır. Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) özellikle bir Arab toplumunda ortaya çıkan bu dinin sadece Araplara ait değil, bütün insanlığa hitap ederek bütün ırk ve milletleri bünyesinde toplayan bir ümmet dini ve Ümmet devleti olduğunu uluslararası bir diplomatik yolla anlatmış ve bunu o günün dünyasına kanıtlamıştır.

    İşte bu ilke ve düsturlarla son derece mükemmel bir diplomatik dil ve uslüpla davette bulunurken imparatorlukları, devletleri kabile ve aşiretleri, emirlik ve beylikleri uyarmış ve davetin gittiği hükümdarların Allah’ın dinine intisap etmeyi kabul etmedikleri takdirde devlet ve hükümdarlıklarının er ya da geç yıkılacağını ve Müslümanların Doğuya ve Batıya seferler düzenleyip bir çok yerde taçları düşürüp tahtları ve saltanatları yıkacaklarını, davet mektuplarını ulaştırıp bu diyarlara seferler düzenleyip tevhid sancağını bu başkentlere dikeceklerini ima etmişti. Böylece insanlığı ezen ve köleleştiren hükümdarların zulmünden beşeriyetin kurtulup İslâm’ın adaletine kavuşacağını yazmıştır. Gerçekten de kısa zaman sonra koskoca Pers-Sasani imparatorluğu yerle bir olmuş, Müslümanlar Çin seddine kadar ulaşmışlardı. Doğu-Roma/Bizans imparatorluğu ise, topraklarının önemli bir kısmını kaybetmiş bitinya ve balkanlara sıkıştırılmıştı. Zira Müslümanlar Bizans hakimiyetinde bulunan Suriye, Mısır, Kuzey Afrika ve Doğu Anadolu ile Akdeniz’de bir çok adayı fethederek  İber yarım adasına girmiş ve Pirene dağlarına, Paris’in çok yakınına kadar İslâm’ı ve tevhid inancını ulaştırmış ve yaptıkları uyarıların nasıl gerçekleştiğini göstermişlerdi. İşte bu davet alanları yeryüzünün her tarafına İslâm’ı yaymış bulunuyordu.

    Diğer taraftan bu davet mektuplarında İslâm ile Hristiyanlık arasındaki bazı ortak noktalara işaret edilerek son ilahi vahyi getiren Peygamber olarak Tevrat ve İncilde özellikleri ve hatta ismi yazılı olan Ahmed Peygamber’e uymalarını tavsiye etmişti. Kendisinden önce gelen hz. İsa’nın yaptığı tebliğ ve uyarıları hatırlatarak iman etmelerini aksi takdirde sonuçlarına dünya ve ahirette katlanmak zorunda kalıp dünyada sıkıntı ahirette de azab göreceklerini bildirmişti.

    İşte hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) bütün insanlığa götürdüğü bu iman reçetesiyle bütün bir beşeriyetin tek tek fertlerinin kalplerine ve dünyalarına şifa dağıtmak istemişti. Resulullah bu diplomatik ilişkilerle mükemmel bir tebliğ alanı açmış, bununla İslâm’ın hayata geçirildiği bir faaliyet olmuştu. Eskimiş ve kocamış dünyayı bu İslâmî davetle adeta yenilemiş ve yeni bir ruh ve nefesle diriltmiş ve dünyaya muazzam bir medeniyet kazandırmıştı.

    Son olarak şunu belirtmek gerekir ki hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) iddia edildiği gibi sadece belli bir kavme gönderilmiş bir peygamber değildir. O’nun getirdiği din evrensel bir mesaj içerdiği bu davet mektupları ile ıspatlanmıştı. Bu hükümdarlara gönderilen davet mektupları da İslâmiyet’in tüm insanlığı hidayete erdirmek için gönderilen evrensel bir din ve mesaj olduğu gerçeğini herkese göstermektedir.



    [1] El-Fetih, 48/1.

    [2] El-Enbiya, 21/107.

     

TV PROGRAMLARI

  • İSLAM TIP TARİHİ DERSLERİ
  • Filistin davası ve Türkiye'nin rolü
  • Rektörlerden Darbeci Baskısı
  • Ahmet Ağırakça
  • KURAN'DA MÜSLÜMAN ŞAHSİYETİ
  • Filistin Bizim İçin Ne İfade Ediyor?
  • Seyyid Kutup / Fizilal'il Kur'an 03/03
  • Her Müslüman Bir Dava Adamıdır