Fikriyat Yazıları
-
İslâm Medeniyetinin Altıncı/on ikinci Yüzyıldaki Bilimsel Düzeyi / 12-02-2018
İnsanlık medeniyet tarihinde derin izler bırakan büyük medeniyetlerin etkili olduğu dönemlerden sonra, bugünkü Avrupa medeniyetinin temellerini atan İslam medeniyetinin etkisi diğer medeniyetlere göre farklı ve daha derin olmuştur. "İnsanın bilmediğini kendisine öğreten" ilahi bilgiyi insanlığa öğreten peygamberlerin öğrettikleri ve verdikleri bilgiler, medeniyet tarihinin son halkası olan İslam ve dolayısıyla vahiy Medeniyetini oluşturmuştur. Artık vahyin ardının kesilmesi ve Hz. Peygamber'den sonra başka bir yol göstericinin gelmeyeceği gerçeği bilindiğinden insanlar bu bilginin ışığında dünya hayatının sonuna kadar yaşayacakları hayatlarını daha rahat ve daha güzel geçirmek için sahip oldukları medeniyetlerini geliştirmiş ve her gün bunun üzerine yeni bir halka daha eklemeye çalışmışlardır.
İslam Medeniyeti bir vahiy medeniyeti olarak Medine'de yani şehirde, Peygamber şehrinde ortaya çıkmıştır. Şehirler medeniyetin merkezleridir. Medine, Şam, Bağdat, Kahire Kurtuba ve İstanbul İslam Medeniyetinin başkentleri olarak medeniyetimizin merkezleri olup ilim adamlarımızın hocaları konumundadır. İlim adamlarımızın El-Medinetü'l-Fadila ve es-Siyasetü'l-Mediniyye gibi kullandığı terimler bunun önemli yansımalarıdır.
Şehirler ilmi, ilim de medeniyeti ortaya çıkarır. Ancak medeniyet sadece fiziki anlamdaki bilgiden ibaret değildir. Medeniyet bir hayat tasavvuru olup vahyin ışığında insani değerlerin ortaya çıkmasıdır. Bilgi, sabır, tevekkül, takva, yüce ahlak, adalet, merhamet şefkat dürüstlük ve disiplinli çalışma medeniyetin kendisidir. Fizik, kimya, matematik, tıp ve astronomi alanında insanlığa kazandırılan bilgiler medeniyetin dışa vuran fiziki yanıdır. Ama sıraladığımız yüce değerler ise medeniyetin kendisi ve ruhudur. Her medeniyetin de kendisine has bir tasavvuru, bir dünya görüşü ve hayat felsefesi olduğu malumdur. Değerler sistemindeki sabit ve değişken değerler de her medeniyetin tasavvurunu gösterir. Değişken değerler beşeri duyguların bir tezahürü ve insanın ürettiği ürünlerdir. Ama sabit değerler ise sürekli olan ve kıyamete kadar önemleri ve yücelikleri devam edecek değerlerdir.
İslâm Medeniyeti başlangıçta İslam ve Kur'anî ilimler olarak ifade ettiğimiz tefsir, hadis, hukuk (fıkıh), kelam, felsefe ve mantık ilimleri ile başlangıç yaptıysa da daha sonra dil, edebiyat, matematik, astronomi, astroloji, fizik, kimya, sosyoloji, müzik, sanat, mimarlık, tıp ve eczacılık alanlarında o gün için ulaşılabilecek en üst noktaya ulaşmış ve bugün teknoloji alanında artık Batı medeniyeti nasıl zirvesinde ise, o gün de İslam Medeniyeti bütün bu ilimlerde zirvesine ulaşmıştı.
Medeniyetin temeli olan kitap yazımını kolaylaştırmak için daha ilk dönemlerde Bağdad'ta 178/794 tarihinde ilk kâğıt fabrikası kurulup ilim adamlarının önemli bir ihtiyacı karşılanmıştı.
Bilge halife el-Me'mun'un astronomi ilim adamlarıyla yürüttüğü çalışmalardan birisi de kıblenin olabildiğince kesin belirlenmesi için Bağdat'la Mekke arasındaki boylam farkının tespit edilmesi ve meridyendeki bir derecelik boylam uzunluğunu tam olarak tespiti amacıyla bu ilim adamlarını görevlendirmesi projesidir. Ayrıca dünyanın yarıçapını trigonometrik olarak belirleyebilmek için, deniz seviyesinden hayli yüksek konumda bulunan bir kıyıda, batışı esnasında güneşin alçalmasını kendisine eşlik eden astronomi alimi Sind İbn Ali'nin ölçmesini istemiş ve ilimler tarihinde yeni bir dönem başlatmakla adeta devrim yapmıştı. Bu bilginin ancak sekiz yüz yıl sonra onuncu/onaltıncı yüzyılda batıda ilk defa ele alınmış çalışmalarda elde edilen bir bilgi olduğu bilinmektedir.
Bu bilge devlet adamı el-Me'mun, Bağdat ve Dımaşk'ta birer rasathane kurdurdu. İşte bundan dolayı el-Me'mun için, astronomi tarihinde gerçek anlamda gözlemevi kuran ilk devlet adamıdır dememiz mümkündür.
Avrupa Rönesansının ortaya çıkmasında ve Avrupa'da bir ilmi hayatın gelişmesinde büyük rol oynayan İslam Medeniyeti ve kültürü son derece özgün bir medeniyet iken bunun eski Grek medeniyetinin devamı şeklinde görülmesi ciddi ve insaflı Batılı ilim adamları tarafından hiçbir zaman bilimsel kabul edilmemiştir.
Avrupa Medeniyetinin temelinde İslam Medeniyetinin yattığı düşüncesinin ilimler tarihinde yerini aldığı bilinmektedir. George Sarton'un "Introduction to the history of science" isimli eseri bunun önemli kanıtlarından biridir.
İlim tarihimizde Sabit İbn Kurra, Cabir İbn Hayan, Fârâbî, er-Razî, Ebu'l-Vefa el-Cüzcani, İbnü'l-Heysem, İbn Sina'nın çalışmaları bir çok alanda zirvede iken, Endülüslü matematikçi ve astronomi alimi Cabir İbnu'l-Eflah el-İşbili el-Endülisî'nin el-Macesti'deki yanlışlıkları düzeltmek üzere yazdığı " Kitabu'l-hey'e fi ıslah el-Mecisti" adlı eseri bu alandaki önemli çalışmalardandır.
Hicri dördüncü ve beşinci asırda yaşayan Ebu'r-Reyhan Muhammed İbn Ahmed el-Birûnî ( 362-453/ 973-1061 ) matematik, geometri, fizik, kimya, tıp, eczacılık, tarih, coğrafya, filoloji, etnoloji, botanik, mineroloji, dinler ve mezhepler tarihi alanında deruniliğe sahip olan bir ilim adamı olup yaşadığı çağ "Biruni Asrı" diye anılmaktadır. Hatta bütün çağların en büyük ilim adamlarından biri olduğu ifade edilmiştir. Onun "Kitabu't-tefhim li evâili sinâati't-tencim " ile bir astroloji, coğrafya, jeodezi, meteoroloji, kronoloji, trigonometri konularında ototrite olan " el-Kanunu'l-Mes'udî " adındaki eserleri önemli eserler olarak ilimler tarihindeki yerini almıştır. Diğer taraftan Mısır bölgesinde yaşayan aynı zamanda büyük bir fizik âlimi olan İbnü'l Heysem'in (965-1039) "Kitabu'l-azlâl" ve "Kitab fi hey'eti'l-âlem" adlı eserleri, İbranice, İspanyolca ve Latince'ye tercüme edilmiş ve gezegenlerin hareketleri hakkında ileri sürdüğü bilgi teorisi batı dünyasını ve batı dünyasının astronomlarını asırlarca etkileyen bir teori olarak yaşamıştır. İslam dünyasının yetiştirdiği ilim adamlarımızdan Abdurrahman el-Hazinî ve Endülüs astronomi bilginlerinden Mesleme el-Macrîtî'nin çalışmaları da son derece önemli çalışmalardır.
Hicri İkinci Yüzyılın ikinci yarısında bu alanda, Cabir İbn Hayyan'ın ilim dünyasında yetişmiş olması kimya alanında büyük bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. İbn Hayyan'a göre insan bilgisinin bütün gerçekleri, kendisinin İlmu'l-mizan yani "ölçüler öğretisi" adını verdiği denge ilişkileri prensibine götüren bir nicelik ve ölçü sistemine bağlanabilir. Cabir, bilimsel gelişiminin başlangıcında özümseme sürecinin bir figürü olarak belirdi ve hemen sonrasında ise cesur ve olabildiğince yaratıcı bir doğa filozofu olarak ilimler tarihindeki yerini aldı.
Müslümanlar, kimyasal işlemler için toprak, maden, cam ve tahtadan yapılmış çeşitli kaplar imal etmişlerse Cabir İbn Hayyan, Ebu Bekir er-Razi ve el-Kindi gibi ulemaya borçludurlar.
Bu yazımız devam edecek…