GÜNCEL YAZILAR
-
Başörtüsü Yasağı / 29-08-2013
Başörtüsü Müslüman kadının dini bir ibadeti olup Kur’an nassı ile hükme bağlanmış vazgeçilmesi mümkün olmayan dini vecibedir. Bu yasağı 30’lu ve 40’lı yıllarda yaşayan bu millet, yasağı getirenlere büyük bedeller ödetmiştir. Öğrenim hakkı ellerinden alınanlar, evlerinde oturmak zorunda bırakılanlar, çaresizce okullarını terk ettiler ama mücadeleyi asla bırakmadılar. Topluma, halka, herkese bu hak ihlalini anlatıp haklı mücadelelerinde başarıya ulaşacaklarını gösterdiler. Ne olursa olsun bundan vazgeçmeyeceklerini ortaya koyan Müslümanlar netice itibariyle kazançlı çıkacaklardır. Belki bir müddet okula gidemediler. Ama bizim neslin anneleri de okula gitmemiş, okuyamamış, baş örtüsü mağduru olarak ümmi kalmışlardı. Ama bu yasağın anlamını biliyorlardı. Bizi okutur ve yetiştirirken kendilerine uygulanan bu yasağı bize hep anlatarak bizi büyüttüler. 12 Eylül sonrası başörtüsü yasaklarından mağdur olanlar de anne oldu ve şimdi çocuklarına neden Üniversiteyi terk etmek zorunda bırakıldıklarını anlatmaktadırlar. Yetişen nesiller 28 Şubatçıları, Gürüzleri ve Alemdaroğlu’nu tanıyarak yetişiyor. Tarih zalimin mi mazlumun mu haklı çıkacağını şimdiden göstermiş bulunmaktadır.
Uluslararası insan hakları örgütleri de, Türkiye’de başörtüsü nedeniyle mağdur olan bayanların temel haklarının kullanmalarını engellenmesini bir insan hakkı ihlali olarak kabul etmektedir. Uluslararası Helsinki İnsan Hakları Federasyonu, Fransa’da ilköğretim okullarında gerçekleştirilen başörtüsü yasağını, “Fransa’nın Dini Sembolleri Yasaklaması, Din Özgürlüğünün Uluslararası Planda Korunmasını İhlal Edecek” şeklinde değerlendirmiştir.
Bu konuda hazırlanan raporda, “Uluslararası Hukuk tarafından tanımlandığı şekilde başka insanların temel insan haklarını ihlal etmedikçe ya da kamu güvenliğini, sağlığını veya ahlaki değerleri tehlikeye sokmadıkça hangi simgelerin meşru olduğunu belirlemede bir devletin takdir hakkı bulunamaz.
Müslüman kadınlar için başörtüsü takmak onların içten gelen ve imanlarından kaynaklanan aynı zamanda kişisel bir tercihleri olup samimi, dini inançlarının bir ifadesidir. Başörtüsü takan kızların ve kadınların okullarda, üniversitelerde ve diğer kamu kurumlarında yer almalarının yasaklanması birçok genç kız ve kadının okul ve üniversitelerin dışında kalmasına da yol açmış bulunduğunu resmi kurumların tümü farkındadır. Haydi kızlar okula kampanyası da son derece samimi olmayan bir girişim olup vicdanları sızlatan bir kampanya idi. Böyle bir tutum ise, devletin üst yargı organlarının tarafsızlık ilkesine ne derece bağlı olduklarını ortaya koyduğu gibi hukuka bağlılık ve hukuk devleti ilkesiyle tamamen bir çelişki görüntüsü vermektedir. Bu da devlet adamlığı ciddiyetine asla bağdaşmaz.
Belli başlı bütün uluslararası insan hakları belgeleri; din, vicdan ve düşünce hürriyetini ve bunların açığa vurulmasını, yerine getirilmesini ve fiiliyata dökülmesini bir hak olarak şart koşmakta olduğu halde hala yasaktan yana tavır takınanlar hangi akla hizmet etmektedirler? Örneğin bu hak, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Anlaşmasının 18. Maddesi tarafından teminat altına alınmış bulunmasına rağmen bu hak ihlali hala sürmektedir. Bu maddeye göre; böyle bir hakka getirilecek kısıtlamalar ancak, “kamu güvenliğini, kamu düzenini, halk sağlığını, veya ahlaki değerleri yahut başkalarının temel hak ve hürriyetlerini korumak için gerekli” olmaları durumunda kabul edilebilirler. Olağanüstü hal durumunda dahi 18. maddenin kısmen uygulanmamasına izin verilemez. BM İnsan Hakları Kurulu bu hükmü yorumlarken, kişinin dinini ya da inancını açığa vurma özgürlüğünün kendine özgü kıyafet giymeyi de içine alacak şekilde geniş bir faaliyetler alanını kuşattığına dikkat çekmiştir. İlgili BM Kurulu, bu hakka getirilecek sınırlamaların içeriği itibariyle ayrımcılıktan uzak olması gerektiğini ve hangi amaçla yürürlüğe konmuşlarsa onunla direk olarak ilgili ve orantılı olmaları zorunluluğunu da ayrıca dile getirmiştir.
1975 Helsinki Nihai Metninde, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na (AGİT) üye devletlerin, “kendi vicdanî kanaatlerine uygun olarak davranmakta olan bireyin, münferiden ya da toplu olarak dinini veya inancını ilan etme ve onu yerine getirme özgürlüğüne saygı göstereceklerini” kabul etmişlerdir. Üye devletler bu tarihten sonra defalarca bu taahhütlerini tekrarlayarak teyit etmişlerdir. AGİT üyesi devletler, 1989 Viyana Sonuç Belgesinde din sebep gösterilerek kişiye karşı ayrımcılık yapılmasını engellemek ve bunu tümüyle ortadan kaldırmak için etkili önlemler alma ve farklı dine mensup topluluklar arasında karşılıklı hoşgörü ve saygı ortamının gelişmesine yardım etme konusunda anlaşmışlardır. “ifadelerine yer verilmiştir.
Ayrıca Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme Örgütü) 27/04/2004 tarihinde Newyork’ta yaptığı açıklamada “devlet okullarında İslami başörtüsünü ve diğer görünür dini sembolleri yasaklayan Fransız yasa taslağının, din ve ifade özgürlüğü haklarını ihlal ettiğini ifade etmiştir.
Türkiye üst yargı organları yetkilileri birer siyasi parti lideri gibi demeçler vererek bir yere varamayacaklarını hala öğrenemediler. Yekta Güngör Özden ve Nuh Mete Yüksel’in şu anda düştükleri durum herkese bir ibret aynası olmalıdır. Birincisi Parti kurup Atatürkçülüğü istismar ederek iktidara gelebileceğini ve ülkeye başbakan olup başörtüsünü tümüyle yasaklayacağını hayal etmişti, ancak seçimlere girmeye bile cesaret edemeden siyaset sahnesinden silinip gitti. Nuh Mete Yüksel de suladığı keçilerin kaset kurbanı olup rezil oldu. Başörtüsü ile uğraşan bir diğer simge isim de Kemal Alemdaroğlu idi. Görevden alınması onun için yeter bir nakısa iken ayrıca şu anda devlet malını suiistimal ve yolsuzluklardan yargılanmakla boğuşup duruyor.
Başörtüsü ile uğraşan otoriteler yüksek öğretimde öğrencilerin, başörtüsü veya başı örtmeyi gerektiren dini kıyafetleri kullanmalarını yasaklayan uygulamaları kaldırmak isteyenlere böyle sert demeçler ve göndermeler yapmakla ülkede başörtülüleri sindirebileceklerini akıllarından çıkarsınlar. Üniversite öğrencileri ve devlet memurları hakkındaki kılık kıyafet kısıtlamalarının yeniden gözden geçirilmesi konusunda yapılması gereken düzenlemelere aslında gerek yoktur. Mecliste seçilmiş milletvekillerinin öğrencilerin ve diğer kamu görevlilerinin kılık-kıyafetleri hakkında bir kısıtlamanın olmadığını herkes biliyor. Aslında yasal düzenlemeye bile gerek yoktur. 2547 sayılı kanunun geçici 17.Maddesi hala yürürlükte olup Üniversitelerde kılık kıyafetin serbest olduğunu açıkça ifade etmektedir. Ancak Kemal Gürüz ve Kemal Alemdaroğlu 28 Şubat ortamında yararlanarak başörtüsü yasağını kendi inisiyatifleri ile Üniversitelerde uyguladılar. Bu da açıkça yürürlükte olan bir yasaya aykırı hareket etmek demektir. Ama bunun hesabını her nedense kimse soramadı.
“Türkiye’nin AB’ye Uyum Sürecinin Gelecek Basamağı İçin İnsan Hakları Gündemi Özet Dosyası Ocak 2003 ve 31 Ocak 2003 AB Troiko-Türkiye Toplantısının İnsan Hakları Raporunda yer alan hususlara bakılınca burada da ayrı bie hak ihlali görülecektir. Türkiye’deki bu bir kronik olay insan hakları ihlalinin başında gelen bir uygulama olarak dini inançları nedeniyle başörtüsü kullanan bayanların devletin eğitim kurumlarına alınmamaları hususudur.
Bu akıl almaz uygulama ve yasakla binlerce bayan öğrenci sadece başörtüsü yüzünden orta ve yüksek öğrenimden mahrum edilmektedir. Ayrıca görevleri sırasında başörtüsü kullanan bir çok öğretmen, hemşire, avukat ve doktor da işlerini kaybetmişlerdir. Bir giyim tarzını seçmek veya seçmemek, düşünce vicdan ve din özgürlüğünün bir göstergesidir. Buna göre, Türkiye’nin başörtüsü konusundaki yasaklaması Avrupa İnsan Hakları Anlaşmasının 9, 10 ve 14. maddelerinin ihlalidir. Zira bu maddeler, inanç ve ifade özgürlüğünü korumaktadır. Ayrımcılığa karşı garanti altına almakta ve aynı maddeler Türk Anayasası’nın 90. maddesiyle de uyuşmaktadır. Böylece bunlar açık ve net olmayan konu ve yönetmeliklerin yerini alabilirler. Aynı zamanda başörtüsü yasağı Uluslararası Sivil ve Politik Hakları sözleşmesinin 18 ve 19. maddesini de ihlal eder. Sözleşmenin bu maddeleri ifade özgürlüğünü korur. Aynı şekilde, başörtüsü yasağı eğitim hakkını garanti altına alan Uluslararası Ekonomik, Sosyal Ve Kültürel Özgürlükler Sözleşmesinin 13. maddesini de çiğnemektedir.
Düşünce vicdan ve inanç özgürlüğü, kamu düzeni, güvenlik, ahlak ve sağlığını korumak ve diğerlerinin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almak amacıyla kanunla kısıtlanabilir. Üniversitelerdeki yasağın ise bununla asla bir ilgisi yoktur. İnsan Hakları Sözcüsü geçmiş dönemlerde yapmış olduğu açıklamalarında, öğrencilerin başörtüsü kullanmalarının yasaklanmasını adaletsiz bir tutum olarak görmektedir. Kamu çalışanları ve memurlar için uygulanan başörtüsü yasağının da bir temeli yoktur.
Anayasanın 24. maddesi herkesin dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip bulunduğunu, ibadetlerin serbest olduğunu, kimsenin dini inanç ve kanaatleri sebebi ile kınanamayacağını ifade etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ise 9. maddesinde din hürriyetini; inanma, inancını açıklama, öğretme, ibadet yapma ve dini pratize etme (yaşama), dini pratikleri ifa etme şeklinde açıklanmıştır. Baş örtmenin dini bir vecibe olduğu, hem kişiler tarafından benimsenmekte, hem de devletin bir anayasal kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ifade edilmektedir.
Kılık Kıyafet Yönetmeliğine aykırı olarak kamu alanında başı açık değil de kapalı olan bir öğretmene 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125. maddesine göre verilecek ceza uyarı, tekrarında ise kınamadır. Bunun dışında cezai bir hüküm yoktur. Hal böyle iken kişisel tercihleri sebebi ile başörtülü diye (fiil ve davranışları memuriyete uymuyor gerekçesi ile) stajyer öğretmenlerin memuriyetle ilişiği kesilmiştir. Asil öğretmenler ve diğer kamu personeline ise; maaş kesim cezaları, kademe durdurma cezası, görevden uzaklaştırma, görev yerini değiştirme, görev yaptırmama, maaşını bloke etme, hastalandığında hasta sevk evrakı vermeme, meslekten almakla tehdit etme, istifaya zorlama, emirlere uymadığı gerekçesi ile lüzumu muhakemeye sevk etme gibi zulüm boyutunu bulan insan haysiyetine yakışmayan gayri ahlaki ve gayri hukuki uygulamalar yapılmıştır. Kınamanın dışında verilen bütün cezalar kanunsuzdur, her biri insan hakkı ihlali niteliğinde suçtur.