GÜNCEL YAZILAR

  • Baskılar İslam Yayılmasını Hiç Bir zaman Engelleyememiştir / 29-08-2013

     

                                                                                                        

    Tarihin her döneminde Tevhid inancı ile şirk ve küfür her zaman karşı karşıya gelmiş ve aralarındaki mücadele devam edip gitmiştir. Hz. Peygamber’in İslam’ı tebliğ ettiği ilk günden bu güne kadar İslam’a karşı konan tavır ve İslam’ın her yerde her hükmünün yasaklanması İslam’ın yayılmasını asla engelleyememiştir. İslam’a karşı engel koymak isteyenler her zaman mağlup olmuş ve sonunda İslam galip gelmiştir. Bugün başörtünün yasaklanması ile dün Mekke’de İslam’a karşı koyanların tavırları arasında bir paralellik görülmektedir. Bu tavırlar o gün İslam’ın yayılmasını nasıl engelleyemediyse benzer yasaklar bugün de engel değildir.

    Hz. Peygamber’in İslam’ı tebliğ ettiği ilk günlerde Mekke müşriklerinin ele başları Hz. Peygamberi zor duruma düşürebilmek için bir çok soru sormayı ve hatıra gelmeyen ve çok kimsenin de bilmediği olaylar hakkında soru sormaya çalışıyorlardı. Belki bilemez diye “Yusuf kıssası, Ashab-ı kehf olayı, Zülkarneyn hadisesi, ruh nedir?” gibi sorular soruyorlar, kendi akılları sıra bu soruları Hz. Peygambere sorarak onu küçük düşürebileceklerini zannediyorlardı. Bu konularda kendilerine ait bilgi ve düşünceleri de hemen hemen hiç yoktu. Ancak Yahudi ve Hıristiyanlardan kulaktan kulağa duymuş oldukları bazı bilgileri ileriye sürüyor ve Resülallah’a bu tür konular hakkında sorular soruyorlardı. Bunun üzerine ez-Zuhruf suresi 57. ve 58. ayetlerde şöyle deniliyor. “Meryem oğlu bir misal olarak verilince, hemen senin kavmin bundan dolayı bağrışıp, çağrışmaya koyuldu. Ve: “Bizim tanrılarımız mı hayırlı yoksa o mu?” dediler. Bunu ancak sana tartışmak üzere örnek gösterdiler. Hatta onlar, düşmanlığı yol edinmiş bir toplulukturlar.”

     

    Hz. Peygamber (s.a.v) geceleyin hep ibadetle meşgul olurken, gündüz de İslam’ı anlatmak ve insanları Allah’ın dinine davet etmek için vaktini geçiriyordu. Mekke’de süren bu tevhidî mücadelede hak bir dava olarak varlığını yıllardan beri hep sürdürmüş ve her geçen gün biraz daha güçlenip duruyordu. Çünkü toplum bir değişime uğramıştı. Toplu bit değişim istiyordu. Artık o statükodan, Mekkelilerin baskıcı rejiminden ve Mekkelilerin yapmış oldukları zulümden, hatta ve hatta putların karşısına geçip onlara tapınmaktan insanlar bıkmış gibiydi. Bir değişim rüzgarı esiyordu Mekke’de. Bu değişim rüzgarıysa İslam’ın getirmiş olduğu yepyeni bir hayat tarzıydı. İnsanlar ona meylediyordu.

     

    Hz.Peygamber bu değişimin öncüsü olarak her gün biraz daha başarılar kazanıyor, her gün biraz daha geniş kitlelere ulaşabiliyordu. Ama Mekkeliler o kalıcı isyanlarını, o alaycı tavırlarını sürdürmeye devam ediyorlardı. Ve Hz. Peygamberin etrafında birikmiş olan, Habbab, Ammar, Suheyl er-Rumi, Bilal-i Habeşi, Amir İbn Süheyl gibi bir kısmını bizzat Ebu Bekir’in kendisinin para vererek özgürlüklerine kavuşturduğu bir çok köle, fakir ve kimsesiz insanlarla Hz. Peygamber İslam’ı yaymaya çalışıyordu. Bu bir sınıf mücadelesi değildi; iman mücadelesiydi sadece. Mekke’de böylesine ezilmiş, zayıf bırakılmış, sosyal ve ekonomik imkanlardan mahrum bırakılmış bir kitle, İslam’a gönül vermişti. Bunlar bu saydığımız isimler belki bir anda bir sınıf mücadelesine girmişlerdir diye bazıları düşünmüş olabilirler. Ama unutmayalım ki, Mekke’nin ileri gelen zenginlerinden Abdurrahman ibni Avf, Osman bin Affan, Ebu Bekir,   Ömer İbn Hatta ve Hamza İbn Abdulmuttalib gibi insanlar, Mekke’de ileri gelen şahsiyetler olarak İslam’a gönül vermiş ve İslam’a teslim olmuşlardı. Bunun yanında Ebu Bekir’in özgürlüklerine kavuşturdukları bir çok insan da Hz.Peygamber etrafında toplanıyor, İslam’ın yayıldığı bariz bir şekilde görülüyordu. Buna rağmen Hz.Peygamber bir gün bazı Mustaz’aflarla yan yana oturdukları bir sırada Mekke’nin ileri gelenlerinden birileri hemen gelip ona şöyle söylemişlerdi: “İşte onun sahabeleri bunlardır, gördüğünüz gibi. Allah buldu buldu da aramızdan bunları mı hidayete ve gerçeğe eriştirdi, kendilerine lütfunu ihsan etti? Eğer Muhammed’e gelen şeyde hayır olsa idi, onlar bu yolda bizi geçemezlerdi.”

    Hatta Peygambere: “Sen şu yanındaki adamlardan kurtulursan, biz de sana tabi oluruz.” demişlerdi. Yani: “Sen sürekli olarak bunlarla oturmaktan mı zevk alıyorsun? diyerek,  yanındakilerle alay ediyorlardı. Bunun üzerine Hz.Peygamber (s.a.v.) Rabbinden bir  vahiyde Cenab-ı Allah onu uyarıyor ve şöyle buyuruyordu: “ Sabah akşam Rablerinin rızasını isteyerek ona yalvaranları sakın yanından kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur. Senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur. Senin hesabından da onlara bir sorumluluk gelmeyecektir. Onları kovarak sakın zalimlerden olmayasın. Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kuran-ı Kerim’le uyar ki, onların ondan başka ne bir dostu, ne bir kayırıcısı, koruyucusu vardır.”

    Mekkeliler köleleri küçümsüyor, “İslam’la bunlardan başka şereflenecek yok muydu?” diyerek alay ediyor, aynen şeytanın Hz. Adem’in çocuklarıyla ilgili hadisede kibirlenip yolunu şaşırdığı gibi. Yine o günlerde yaşanan diğer bir hadise daha vardır. Velid ibn Muğîre, Umeyye İbn Halef, Ebu Cehil Amr İbn Hişam, Esved İbn Muttalib ve yine Esved İbn Abdi Yağus,  Ass İbn Vail gibi müşrikler Hz. Peygamberin yanından geçerken ona söz işittiriyor, alay ediyorlardı. Peygamberimiz bu olaylara üzülüyor, ama bir şey yapamamanın sıkıntısı içinde yaşayıp dururken, Allah Ona ve kıyamete kadar her hangi bir dönemde ve her hangi bir nedenle baskı altında yaşayan Müslümanlara teselli olsun diye şu ayetleri indirmiştir. “Senden önce de Resuller bu şekilde yalanlanmıştı. Yalanlamalarına ve eziyet etmelerine sabrettiler, nihayet onlara yardımımız yetişti. Allah’ın kelimelerini değiştirecek kimse yoktur. Sana da elçilerin haberlerinden bir bölüm gelmiştir, (el-En’am, 6/34).

    Ve devam ediyor: “Andolsun ki senden önce ki bir çok peygamberle alay edildi de, onlarla alay edenleri alay ettikleri şey çepeçevre kuşattı.”  (el-Enbiya 21/41 ),

     

                Hz. Peygamber bir gün Kabe’yi tavaf ederken, Cebrail yanına gelip şöyle der: “Ben onların hakkından gelmek için emir aldım. İste, istediğini onlara yapayım” demişti. Velid İbn Muğîre oradan geçerken Cebrail: “Ya Muhammed! Bunu nasıl buldun” diye sordu. Peygamber de: “Allah’ın en kötü bir kuludur” dedi. Cebrail Velid’in bacağına işaret ederek bunun hakkından geldim dedi ve bütün alaycıları aynı şekilde sorarak vücutlarının değişik yerlerini işaret etmişti. Gerçekten de o kişiler işaret edildikleri yerlerden rahatsızlanarak ölüp gittiler. 

                 Müşriklerin rahatsız oldukları bir konu daha vardı. Onlar her konuda Abd-i Menaf oğullarıyla rekabete girmişlerdi. Abd-i Menaf oğullarından bir Peygamber çıkınca, “Neden bizden de bir Peygamber gelmesin ” demişlerdi. işte bu konuda rekabet edemedikleri için bir hayli kin ve nefret ile dolup taşmışlardı. Onlar kendileri gibi şerefli, ulu kimseler dururken, nasıl olur da yetim bir çocuğa peygamberlik gelebiliyordu? Mekke’nin zulmü ayyuka çıkmıştı, ama İslam yine yayılıyordu. Bu sefer sadece Mekke içerisinde değil, İslam Asya kıtasını aşmış, Afrika kıtasında yayılmaya başlamıştı. Arada bulunan Kızıldeniz çoktan aşılmaya başlanmıştı. Bu İslamî mücadeleler sürerken, en mükemmel ibadetlerden biri olan hicret hadisesi yaşanmış, Hz. Peygamberin arkadaşları Mekke’deki zulümlere dayanamayıp Habeşistan’a gitmişlerdi ve onların orada yaşadığı İslam kabul görmeye başlamıştı. İnsanlar onlara bakıyorlar ve İslam’a yöneliyorlardı. İşte Peygamberliğin 10. yılında Habeşistan’a hicret edenlerin aracılığıyla İslam’ı ve Hz. Peygamberi tanıyan bir kitle oluşmuştu. O zamanlarda Habeşistan’ın güney tarafında yaşayan bu kitle, bu günkü Ogadin’li Müslümanların ataları idi. Ogadin Müslümanları Medine’den önce, hatta İslam dünyasındaki bütün Müslümanlardan önce Müslüman olmuş bir kitledirler.

     

    Bugün de Ogadinliler Habeşistan küfrüne ve rejimine bütün güçleriyle muazzam ve şanlı bir mücadele vermektedirler. O gün de İslam ile şereflenen bu insanların Mekke’ye 20 kadar temsilci heyetini gönderdiklerini görüyoruz. 20 kadar Hıristiyan ya da Ogadinli kitle, Mekke’ye gelip müşriklerin gözü önünde Hz. Peygamber ile buluştular. 20 kadar siyahî insan Afrika’nın göbeğinden  kopmuş Mekke’de gördüğü ışıktan yararlanmak için Hz. Peygamberin yanına koşmuştu. Hz. Peygamber onları Kuran-ı kerim okuyarak selamladı ve karşıladı. Onlar da Cenabı Allah’ın bu kelamını işitince Allah’ın birliğini Hz. Peygamberin daveti üzerine kabul ettiler. Onlar okunan Kuran-ı Kerim karşısında duygulandılar ve bu ilahi İslamî davete icabet ettiler. İman ederek Resulallah’ı Peygamber olarak kabul ettiler ve o günden itibaren bu 20 kişi Habeşistan’da, bugünkü Eritre’de ve İslam’ın mücadele alanı olan Ogadin’de artık bir tohum ekmişti. İslam’ın iman tohumu vardı ve bu asırlardır buralarda devam edecek ve bir gün gelecek İslam adına küfürle mücadele eden Ogadin’li gençler: “Biz Afrika’nın ilk Müslümanlarıyız, biz Hz. Peygambere 20 kişilik bir heyet gönderen kitlenin torunlarıyız. Biz Mekke’de Hz. Peygamberle buluşup İslam’a giren o 20 kişinin nesillerinin de devamıyız.” diyerek, iftihar edeceklerdir.

     

                Ebu Cehil bu durumu öğrenince Kureyş’ten bazıları ile tartışmış ve Kureyş’ten bazı kimseler Habeşlilere Mekke’den ayrılışları sırasında şöyle demişlerdi: “Allah umduğunuza eriştirmesin sizleri. Allah belanızı versin. Sizi develere bindirip buralara gönderen şu, şu adam hakkında bilgiler edinip de kendisine getirsinler diye arkanızdan gözlenip duran din adamlarınız kimlerdir. Biz sizden daha ahmak kimseler görmedik. Onun yanında durup sözlerine iyice kanaat getirmeden nasıl Ona inandınız. Onun söylediklerini hemen nasıl tasdik ettiniz.” diyerek, adeta bu yeni Müslüman olan Habeşlilerin akıllarını çelmeye ve onlara anti-propaganda yapmaya çalışıyorlardı. O Müslüman siyahiler ise şöyle cevap vermişlerdi: “Biz size Allah’tan mahrumluk değil esenlik ve rahmet diliyoruz. Sizin bize yaptığınız cahilliği biz size yapmayız. Herkes kendisine yakışanı yapar, biz sizin her hangi bir hakkınızı çiğnemiş de değiliz. Cahillerin sözlerine bakıp da bize yönelmiş bir hayırdan asla dönmeyeceğiz. Biz bilerek Müslüman olduk.” İşte bu şekilde Hz. Peygamber Mekke’nin dışında da bir yol bir İslam i tebliğ yolu bulmuş ve değişim yalnız Mekke de değil artık Habeşistan’ın her tarafında esmeye başlamıştı. 

                  İşte bu gibi engellemeler  o günkü Mekke toplumunda nasıl olduysa bugün de çağımız İslam dünyasında bu gibi sıkıntı verici yasak ve engeller vardır. Ama bunlar selin sürüklediği çerçöp misali şeyler olup İslam’ın güçlü dalgası önünde asla duramayacaklardır.

        Prof. Dr. Ahmed Ağırakça

     

     

TV PROGRAMLARI

  • İSLAM TIP TARİHİ DERSLERİ
  • Filistin davası ve Türkiye'nin rolü
  • Rektörlerden Darbeci Baskısı
  • Ahmet Ağırakça
  • KURAN'DA MÜSLÜMAN ŞAHSİYETİ
  • Filistin Bizim İçin Ne İfade Ediyor?
  • Seyyid Kutup / Fizilal'il Kur'an 03/03
  • Her Müslüman Bir Dava Adamıdır