Fikriyat Yazıları
-
İstanbul’dan Kudüs’e / 17-05-2018
İlahi vahye inanan herkes için kutsal olan bu mübarek şehir Kudüs işgal altında insanlığın gözü önünde ıztırap çekip inliyor. Müslümanlar olarak bizim için kutsal mekanların üçüncüsü ve ilk kıblemiz Mescid-i Aksa'yı yüreğinde taşıyan şehir Kudüs yetmiş yıldır Yahudi işgali altında… Esir, boynu bükük, her gün şehitler veren, bağrında milyonlarca mağdur ve mazlum barındıran Filistin'in başkenti Kudüs…İslam dünyasının kanayan yarasının sürekli kan damlatan kalbi Kudüs…
Filistin ve Kudüs yirminci yüzyılın başlarında İngilizler tarafından işgal edilinceye kadar yaklaşık on üç asır özgür ve mutlu bir hayat sürdü.
Filistin ve Kudüs, uzun asırlar boyu İslam'ın, Müslümanların yönetiminde iken; şehirde yaşayan tüm din mensupları, kendilerince ya da inançları gereği mukaddes saydıkları değerlerine rahatlıkla ulaşabiliyorlardı.
Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa başta olmak üzere, İslam'ın, Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin önem verdiği Kudüs ve etrafında bulunan; Kubbetu's-sahra gibi büyük iki abide ile Ağlama Duvarı, Kıyame Kilisesi, Saint-Sepulare Kilisesi, Saint Simeon Manastırı ve daha niceleri fiziksel olarak korunmuş ve Müslüman, Hıristiyan, Yahudiler rahatlıkla ve özgürce asırlar boyu bu yerleri ziyaret edebilmiş, dinlerinin-inançlarının gereklerini Emevi, Abbasi, Selçuklu, Eyyubi ve Osmanlı yönetimi boyunca yerine getirebilmişlerdir. Çünkü İslam ve gerçek İslami yönetimler, tarih boyunca muhataplarının yani insanların, yönetimlerinden sorumlu oldukları kitlelerin özgürce düşünebilmelerinin, özgürce ibadet edebilmelerinin ve kişisel tercihlerinin önündeki engelleri kaldırmak için mükemmel bir yönetim anlayışı gösterdiler.
1948'den itibaren ise Siyonist işgalci İsrail yönetimleri, Filistin ve Kudüs'te yaşayan, kendilerinin dışındaki tüm Müslüman ve Hıristiyanlara asla hayat hakkı tanımak istemiyorlar ve onların mukaddeslerinin de adı geçen topraklarda var olduğunu fiilen inkâr ediyorlar.
Vicdan sahibi her insan, her mü'min ve her Müslüman, Yahudi işgali altında olan bu mazlum şehir için "Ben Kudüs için ne yapabilirim?" sorusunu kendi kendine sorması ve bu sorumluluğu taşıması gerekir. Tüm dünya sivil toplum kuruluşları, İlim adamları, devlet adamları, bütün siyasiler, askerler, esnaf ve tüccar, sanatkâr, âmir-memur, genç-ihtiyar, anneler-babalar ve çocuklar herkes bu soruyu kendi kendine sorarak sorumluluktan kurtulmanın yollarını aramak zorundadır: "Ben Kudüs için ne yapabilirim?"
Zira Kudüs'ün işgal altında olması bütün bir ümmeti sorumlu konumda tutuyor. Herkes bu durum karşısında bir sorumluluk taşıyor ve kendi kendisine bir konum biçmeyi de görev kabul ediyor olması gerekir.
Ama bugün Kudüs hâlâ işgal altındadır ve hem de yetmiş yıldan beri süren bir Siyonist işgal… Irkçı, zorba, faşist ve ABD ile Avrupa'nın desteğini arkasına almış, alabildiğine şımarık ve küstahça tavrıyla insafsızca terör estirerek zulmüne devam eden siyonist işgal… Ve bunun karşısında büyük bir İslam dünyası, eli kolu bağlı olarak duruyor. Arap devletlerinin bir kısmı iç savaşlara can çekişirken ayakta olanların bir kısmı da "Filistin ve Kudüs gibi bir davaları olmadığını" ima edip ABD'nin hükmüne razı olmuş durumdalar.
Kudüs'ün haçlı işgalinden kurtarıldığı günlerde olduğu gibi herkes Salahaddin el-Eyyubi'nin taşıdığı bilinç ve sahip olduğu duyguya sahip olursa bu mübarek şehir elbette esaretten kurtulacaktır. Ama ne yazık ki bugün Türkiye'den ve Cumhurbaşkanımızdan başka bu konuda gereken hassasiyeti gösteren başka bir lider ve devlet görünmüyor. İşte o derin sorumluluğu kalbinde taşıyan Salahaddin Kudüs'ün işgal altında olduğu günlerde şöyle düşünüyordu:
"Kudüs işgal altında iken bir Müslüman nasıl olur da gülebilir, Kudüs işgal altında iken bir Müslüman nasıl olur da rahat uyku uyuyabilir, Kudüs işgal altında iken bir Müslüman nasıl olur da rahat bir yemek yiyebilir ve rahatça bir su içebilir…"
İşgal altında yaşayan bu kutsal şehrin hukukunu ve sâkinlerinin insani haklarını korumak insanlığın görevidir. Çok basit meselelerde ayağa kalkan Birleşmiş Milletler Kudüs'te yetmiş yıldır dökülen masum kanlar karşısında eli kolu bağlı olarak suskun bir halde durmakta ve aldığı karları uygulatmada aciz kalmaktadır. Toprak işgallerine karşı olan herkes bu zulmün karşısına dikilmeli ve insan haklarını koruyarak Yahudi işgalinin sona ermesi için bir taş atmalıdır. Batı dünyası her zaman Hıristiyan azınlıkların haklarını dile getirirken Kudüs ve Filistin'deki bu siyonist işgal ve zulmüne karşı her nedense susmaktadır. İnsan haklarını her fırsatta dile getiren AİHM zalim taraf Siyonizm olunca neden konuşmama hakkını kullanıyor? Büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma kararı alan ABD'nin bu küstahça ve şımarık tavrına karşı çıkan 218 devletin sesi bugünlerde çok daha gür çıkmalı ve genel kurulda kullandıkları oylarına sahip çıkmaları gerekmektedir. Bu 218 devletin BM ile ilgili güvenlerini gözden geçirmeleri ve veto hakkına sahip 5 devletin bu adaletsiz haklarını geri almaları icap etmiyor mu? Veto hakkının bu 5 devletten alınması zamanı gelmiştir artık.
İşte bu çerçevede başta Müslümanlar olmak üzere bütün insanlığın Siyonist işgalcilere karşı bir ekonomik ambargo uygulamaları gerekir. Filistin halkına sürekli destek olmalı ve onlar için bütün dünyada diplomatik faaliyetlere teşebbüs edilmeli.
Uluslararası Kudüs oylamasına katılan devletler ve milyarlarca Müslüman ve Hıristiyan olarak başta ABD olmak üzere İsrail Siyonist devlete destek verenleri uyarıyor ve tüm Filistin halkının bu zulümden kurtulması için uluslararası tüm kuruluşları gayret etmeye ve faaliyet göstermeye, tüm dünya sivil inisiyatiflerini bu işgalle karşı girişilen bütün eylemlere katılmaya davet ediyoruz. Zulmü hep birlikte sona erdirelim, medeniyetin beşiğini kurtaralım hep beraber tüm insanlığın mirası olan bu kutsal şehri koruyalım.
Bu tavırla hareket edip, bu kararlılığı göstermediğimiz müddetçe bu zulüm ve işgal insafsızca devam edecek ve bütün Müslümanlar başta olmak üzere bütün insanlık sorumlu olacaktır.