Fikriyat Yazıları
-
İslam Ümmetinin Birliği / 08-07-2017
Cenab-ı Allah insanlık için öngördüğü bütün yaşama kurallarını Peygamberleri aracılığıyla bildirmiş ve bunlara uyulmasını istemiştir. Allah'a teslim olanlar ve O'nun emirlerine bağlı olan kimseler anlamına gelen "Müslümanlar" her zaman tarih boyunca bir nüve mahiyetinde de olsa bir tek ümmet olmuş ve bu ümmet yapısını korumuşlardır.
Kendilerine gelen her bir Peygamberin etrafında toplanan mü'minler Allah'ın hükümleri çerçevesinde, İslam ümmet bilinci içinde başlarındaki yüce peygambere veya yöneticiye bağlanarak küfre karşı mücadelelerini vermiş ve hayatlarını sürdürmüşlerdir.
Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)'den sonra onun getirdiği din ve hükümlerine uygulanması için O'na yönetim konusunda halef olan kimselere Halife denilmiş ve ümmet bu halifelerin etrafında kenetlenerek varlığını XX.yüzyılın ilk çeyreğine kadar korumuştur. Eksiklikleriyle birlikte başlarında bulunan Halife'ye itaati görev bilen İslam ümmeti 1924 yılında TBMM tarafından Halife Abdülmecid'in görevine son verip yerine bir başkasını tayin etmeden işi Meclisin şahs-ı manevisine bağladıkları günlerde İslam dünyasının Türkiye, Afganistan ve İran hariç tümü işgal altındaydı. Bu işgali kırmak için bir lidere, bir halifeye ihtiyaç vardı. Ancak o gün için Hilafet makamı adeta içi boşaltılmış bir makam olduğundan dolayı bu görevi icra edebilecek bir güce sahip değildi. Bunun için Abdülmecid'in görevine son verildiğinde hiç kimsenin itiraz edebilecek gücü ve gerekçesi neredeyse kalmamıştı. İslam dünyasının bir çok ülkesi İngiliz ve Fransızlarla Rusların işgali altında inliyordu.
Hilafet o günden bu güne kadar İslam dünyası adına 3 Mart 1924 tarihli yasada ifade edildiği gibi "Türkiye meclis-i mebusanının şahs-ı manevisinde mündemic" kaldığından ümmet adına söz söyleyecek bir kurum mevcut değildi. 1925-1928 yılları arasında Mekke, Kahire ve Haydarabad'ta yapılan Halifeyi belirleme toplantıları da sonuç vermeyince İslam ümmetinin alimleri bu işi oluruna ve zamana bırakıp her biri kendi ülkesinde İslam'ı anlatmaya devam etme kararı alarak dağılmışlardı.
Paramparça olan ümmet, ulus devletlerin egemenliği ve milliyetçilik propagandaları ve baskıları altında bir asra yakın bir zamandır bir hayli büyük sıkıntılara duçar oldu. "İslam dini ve İslam ümmeti, İslami yönetim, İslam Hilafeti" diyen veya bu kavramları çağrışımlaştıracak söz ve yazılar hep mahkum edildi. Nihayet dış baskılar, ideolojik ve militarist darbeler İslam ümmetinin birçok ülkesinde ümmetin âlimlerini bunaltmıştı.
Ümmetin tek bir ses ve tek bir ümmet olabilmesi için bir gayret, bir heyecan ve bir aksiyon gerekiyordu. Son elli yılda bu konuda hep eserler yazıldı, çizildi, anlatıldı, çalışmalar yapıldı, kongre ve sempozyumlarla İslam ümmetinin olması gereken konumu dile getirildi. Başta Türkiye'de olmak üzere, İslam dünyasının diğer bölgelerinde yetişen ilim adamlarının eserleri bütün ümmetin evladını aydınlattı. Geleneksel alimlerin ve ilk büyük imamların dönemi ile orta dönemlerde yazılan tefsir, Hadis ve fıkıh ile kelam konusundaki eserler gündeme geldi. Müslümanlar bu kaynak ve araştırmalara dönüşün değerini anladı. İşte bu çalışma ve okumalar düşünceye; düşünceler de zamanla pratiğe dönüştü.
"İslam Bir Ümmet Dinidir" anlayışı çerçevesinde oluşan düşünceler, gün geçtikçe kurumsallaşıyordu. İslam ümmetinin birliğinin yeniden ihyasının yolu alimlerin düşünce ve aksiyonlarında gizlidir. Bu Düşünce ve aksiyonlar son yıllarda kendisini daha da göstererek çeşitli kurum ve organlara dönüştü. İlk kurulduğu zaman İslam Konferansı teşkilatı İslam ümmetinin önce siyasi, daha sonra ekonomik ve sonunda da tam birliğini sağlayacak bir programa sahipti. Ama zamanla bu kurumun ümmetin vahdetini sağlayacak özellikten yoksun bırakılmaya çalışıldığından artık bir fonksiyon icra edemeyeceği ve genellikle laik düşünceli siyasilerin elinde kalmasından sonra ümmetin alimlerine düşen bir görev vardı. O da bu birliği sağlayacak bir kuruma ön hazırlık mahiyetinde bir çalışma yapmaktı.
İşte "Uluslararası Müslüman Alimler Birliği" İslam dünyasının her bölgesinden ilim ve düşünce adamlarını bir araya getirmek maksadıyla kuruldu. Bugünün İslam dünyasının büyük alimi ve asrımızın müçtehidi olarak kabul gören üstad Prof. Dr. Yusuf el- Karadâvî'nin öncülüğünde ümmetin âlimlerini bir araya getiren bir kurum olarak Uluslararası Müslüman Alimler Birliği bu ümmetin vahdeti için bir ön adım olma yolunda idi. Bizler bunu beklerken bu önemli kuruluşun mutedil İslam'ın savunucusu aşırılıklardan uzak duran dengeli bir İslam anlayışına sahip böyle bir allame akademisyenin birilerinin işaret ve emri ile terörist ilan edilmesi inanılacak gibi değildir. Hayatı boyunca terörizme karşı tavır takınmış Daiş/İşid vb örgütlere karşı çıkmış, bunların aleyhinde fetva yayınlamış birisinin terörist ilan edilerek kırk yıldan beri yaşadığı bir ülkeden çıkarılmaya çalışılması İslam ümmeti adına bir utanç vesilesi olmalıdır. Asıl utanılması gerekenler ise böylesi bir ilim adamını terörist diye karalayan dört devletin devlet adamları olmalıdır. İşte bu anlayış ve emperyalistlere uşaklık eden zavallı yöneticiler yüzünden ümmet dağınık hale gelmiştir.
Ümmet bu kötü halinden, bu dağınık durumundan mutlaka kurtulmalıdır. İslam alimleri içinden ümmetin dertleriyle ilgilenenleri bu birliği bir gün sağlayacaklardır. İslam ümmeti yeniden eski gücüne böylesi birlik ile kavuşabilir. Bu birliğin sağlanmasında da Uluslararası Müslüman Alimler Birliği'nin ve Allah uzun ve sağlıklı ömür versin Birliğin Başkanı üstad Prof. Dr. Yusuf el- Karadâvî'nin öncülüğünde sağlanacağını ümid ediyoruz.
Bu ümmet yirmibirinci yüz yılda büyük ve önemli olaylara gebedir. Bu da bir doğum getirecektir. Temenni ederiz ki bu doğumu erkene almaya çalışan hainlerin tuzaklarından uzak kalınsın. Allah bu ümmetin âlim ve yöneticilerine güç ve kuvvet, iz'an ve feraset, birlik duygusu ve İslamî heyecan nasip etsin.