Fikriyat Yazıları
-
İslam Toplumunda Kadının Yeri (I) / 22-01-2018
Cenab-ı Allah kadını ve erkeği aynı nefisten yaratmış, birbirleriyle ülfet edecekleri bir fıtrata sahip kılmış, kadının erkeksiz erkeğin de kadınsız yaşayamayacağı duygusunu her ikisinin iç âlemine yerleştirerek insanlığın ve dünya hayatının devamını bununla sağlamıştır. Allah, insanlığın ilk atası ve ilk Peygamber olan Hz. Âdem'i tek başına değil, eşi ile birlikte aynı nefisten yaratarak, dünya hayatını sürekli olarak birlikte paylaşacaklarını irade ettiğini insanlığa hissettirmiştir. Bu çerçeve içinde kadın ve erkek birbirinin tamamlayıcısı mahiyetinde ve bir bütünün ayrılmaz iki parçası hükmündedir. Birbirlerinin eksiklerini tamamlayan bu iki cins, dünya tarihi ve dünya hayatı boyunca bu şekilde yaşamış ve birbirlerinin yardımına daima ihtiyaç duymuşlardır. Cenab-ı Allah, her ikisinin fıtratını yaratırken birbirleriyle sükûnet duyacakları fıtrat ve özellikte yarattığından gerçekten birbirlerine ihtiyaç hisseden bu iki canlı, diğer canlı türlerinin hepsinden farklı bir duygu yumağı ile hayat sürmüştür.
Zaman içinde insan nüfusunun artması, toplumların büyümesi, insanlar arasında dünyaya bakışın ve yaşam biçimlerinin farklılık arz etmesi üzerine rekabetler ve hatta düşmanlıklar oluşmaya başlamıştır. Bu rekabet ve düşmanlık duygusu neticesinde, zamanla Allah'a itaat edenler ve etmeyenler diye iki ayrı fırkaya bölünmüş olan kitleler ortaya çıkmış, hak ve adaletten, insanlık hukuku ve Allah hukukundan yana olanlar ve olmayanlar diye tarih içinde iki ayrı kitle meydana gelmiştir. Tarih boyunca kurulan medeniyetler, hep bu rekabet ve düşmanlıkların neticesinde yükselmiş ve sonunda yine bu rekabet ve düşmanlıklar yüzünden yıkılıp gitmiştir. Tarihte Roma-Pers savaşlarından, tarihin son dönemlerinde yaşanan dünya savaşlarına kadar meydana gelen çatışmaların temelinde hep bunlar mevcuttur.
Ayrıca kadın, bu medeniyetlerin yükselmesinde üstlendiği roller bakımından gerçekten büyük ve mükemmel olduğu gibi, en azından erkek kadar önemli ve etkin bir paya sahiptir. İlk defa yaratılan Hz. Âdem ile eşi Hz. Havva'dan türeyen bütün insanlığın bugüne kadar aynı eşitliği koruyarak sürdürmesi ilahî iradenin bir tecellisidir. O hâlde toplumlar kadın ve erkeklerden oluştuğuna ve toplumların yarısı erkek, yarısı da kadın olduğuna göre, insanlık tarihinin menfi ve müspet bütün verileri her ikisine aittir. Medeniyetlerin yükselmesi ve çökmesinde kadının rolünün olmadığını söylemek son derece yanlış ve bilimsel olmayan bir kanaattir. Zira her medeniyeti yükselten toplumlar içinde, her devrimi yapan erkeğin yanında mutlaka eşi, annesi veya onu etkileyen bir kadın olduğunu ifade etmek çok da yanlış bir düşünce olmasa gerek. Aynı şekilde insanlığın yaşadığı bütün dönem ve evrelerde görülen değişimlerde kadının etkinliğini çok rahat görebiliyoruz. Yine ilk insan Hz. Âdem'in oluşturduğu toplumda Havva'nın önemli bir rol oynadığını ve Âdem'in iki oğlu Hâbil ile Kâbil arasındaki mücadele ve kavganın ana sebebinin de bir kadın olduğunu hatırdan uzak tutmamak gerekir.
Daha sonraki dönemlerde Hz. İbrahim'in oluşturduğu toplumda ve gerçekleştirdiği etkinliklerde en büyük destekçisi Sara ile Hacer'in rolü malumdur. Menfi bir etki dahi olsa, Lut (a.s)'un eşinin o günkü toplum içinde oluşturduğu yanlış etkiyi biliyoruz. Hz. Musa'nın nehirde bulunduktan sonra süt emmesi için bütün sütannelerine başvurulmasına rağmen, hiçbir memeyi kabul etmemesi üzerine onun yetişmesi ve büyümesini dileyen Cenab-ı Allah'ın âdeta görevli kıldığı Musa'nın kız kardeşi ile annesinin rolünü, sonra Firavun'un eşinin tevhit inancının kadınlar arasında bayraklaştırılmasında oynadığı rolü takdir etmemek mümkün müdür?
Hz. Süleyman'ın devrinde yaşayan ve iman edip tevhide boyun eğen Sebe' Melikesi'nin toplumdaki etkinliğini ve Yemen medeniyetinin gelişmesinde bir kadın olarak oynadığı rolü bütün insanlık çok iyi bilmektedir. Hz. İsa'nın annesi Hz. Meryem'in Allah'a itaat eden bütün insanlığın sevgisini kazanmış olması, insanlık tarihinde yüklendiği görevden kaynaklanmaktadır. Hz. Meryem bir kadın olarak Allah'a teslim olmuş ve insanlığın önünü aydınlatan kadınlardan birisi olmuştur.
Tevhit inancının son tebliğcisi olarak Hz. Peygamber'in küfre ve müşriklere karşı sürdürdüğü mücadelesinde en büyük rolü üstlenen ve onunla birlikte tam on yıl müddetle bu mücadelede etkin bir rol oynayan Hz. Hadice dünya kadınları arasında en üst sıralarda yer almaktadır. Hz. Hadice, Resulullah'ın: "Ben bu inancı kime anlatacağım?" diyerek kendisine yüklenilen Peygamberlik görevinin sorumluluğunu yerine getirme konusunda yükünü hafifleten, ona ilk inanan, herkesin kendisini yalanladığı bir dönemde İslam inancının Mekke'de insanlığa tebliğ edilmesi hususunda bütün servetini harcadığı gibi her türlü destek ve yardımını eşinden esirgemeyen bir kişi idi. Bir kadın olarak şanlı bir mücadele ve değişimde üstlendiği rol bakımından Hz. Hadice, bütün dünya kadınları için büyük bir örnek olmalıdır. O, eşini asla yalnız bırakmayarak gerek inancı gerekse eşi için her konuda her türlü sıkıntıya katlanmış, işkencelerin getirdiği ıstıraplara karşı sabretmiştir.
Hayatı boyunca zenginliğin içinde yaşamış olan bu kadının, üç yıl müddetle Mekkelilerin Müslümanlara karşı uyguladığı ekonomik, sosyal, siyasî ve psikolojik ambargoda her türlü eza ve cefayı kabullenerek mücadelesini eşinin yanında sürdürmesi ve bu ambargonun ardından vefat etmiş olması, adını dünya kadınları arasında farklı bir yere yazdırmıştır. Bu mücadele ve sabır sembolü kadının örnek davranışları İslam inkılap ve değişim tarihinde büyük bir öneme sahiptir.
(Bir sonraki yazıda aynı konuya devam edeceğiz.)