Fikriyat Yazıları

  • İslam Medeniyeti'nin Altıncı/onikinci Yüzyıldaki Bilimsel Düzeyi (II) / 16-02-2018

    İslam âlimleri tıp, matematik, astronomi, kimya ve eczacılık alanında gösterdikleri başarıların bir benzerini de fizik alanında göstermişlerdir. Abbasilerin ilk devirlerinden başlamak üzere bu alanda yapılan icat, keşif ve ilmi çalışmalar Müslümanların fizik ilminin ilk kurucuları olduklarının en büyük kanıtıdır. Bugün bütün dünyanın fizik ile ilgilenen ilim adamları çok iyi bilirler ki bu ilim dalının öncüleri Müslümanlar olmuştur. Ama ne yazık ki Müslümanların fizik ile ilgili yazdıkları eserler, özellikle ilk dönemlerde ortaya konan çalışmaları ihtiva eden kitaplar, bugün artık tamamen kaybolmuş olup sadece bir kısmının isimlerini bilebilmekteyiz. Gerek Moğolların Bağdat'ı istilaları ve gerekse Vizigot ve Gotların Endülüs'ü acımasızca ve cehaletle yağmalamaları sırasında ateşe verilen kütüphanelerdeki birçok fizik eserinin yanıp gittiğini biliyoruz. Özellikle Moğolların Bağdat'ı yakıp yıktıkları sırada yanan kitapların yanı sıra Dicle nehrine atılan eserler arasında birçok fizik kaynak eserinin olduğu rahatlıkla ifade edilebilmektedir. Buna rağmen bugün elde bulunan verilere bakılırsa Müslümanların bu alandaki çalışmaları, fevkalade bir şekilde bu ilmin gelişmesini sağlayacak bir düzeydedir.

    Maddenin yapılarında bir değişiklik meydana getirmeden durumlarını, hareketlerini ve cisimlerin özelliklerini inceleyen bir ilim dalı olan fizik ile ilgilenen Müslümanlar öncelikle bu ilim dalının felsefe ile ilgili yanı üzerinde durarak bunun temellerini oluşturmuşlardır. İslam alimleri "et-Tabiiyyat" adını verdikleri ve bir hayli erken sayılabilecek bir dönemde, bununla maddenin hareket ve değişimlerini, sebep ve sonuçlarını, sıcaklık, ısı, ışık, ses, manyetizma ve mekanik yönlerini ele almaları, İslam Medeniyetinin Batı Medeniyetine kıyasla bu alanları ne kadar erken incelediğini göstermekte ve İslam medeniyetinin vardığı zirveye işaret etmektedir. İslam dünyasında bu alandaki çalışmaların başladığı dönemlerde bugünkü anlamıyla bir fizik yoktu. Gök ve yerküre ile ilgili bilgilerin yanı sıra tabiat felsefesi ile ilgili bir alan vardı. İslam dünyasındaki araştırmaların en önemli prensibi "ilmin ilk şartı şüphedir" anlayış ve yaklaşımı olup birçok bilim dalında yeni inkişaf ve icatlara yol açmıştır.

    Beşinci/on birinci yüzyılın başlarında el-Bîrunî ve İbnu'l-Heysem birbirlerinden bağımsız ve farklı bölgelerde benzer teoriler ve pratik bilgiler geliştirdiler. İbn el-Heysem'in sürekli genişleyen fiziksel-astronomik bilgisi çok sayıda monografik eserde ifadesini bulmuştur. İşlediği konuların başında "el-Beytu'l-muzlim/Karanlık oda" veya karanlık kameradan söz etmiştir.

    İbnu'l-Heysem, Öklid ve Ptoleme'nun görüşlerinin aksine, görmenin gözden çıkan ışınlar yoluyla değil, bilakis nesneden çıkan ışınlar yoluyla gerçekleştiğini savunmuştur. Sadece görme probleminde değil, aynı zamanda ele aldığı bütün problemlerde matematik ve deneysel yöntem onun çalışma yöntemleri idi.

    Fizik ve teknoloji alanının bu dallarının 6./12. yüzyılda Arap-İslam kültür dünyasında ulaştığı yüksek seviyeyi gösteren en azından iki kitap tanıyoruz. Bu eserler Abdurrahmân el- Hâzinî'nin[1](515/1121 yılında yazdığı) Mîzânu'l-Hikme ile Ebu el-İzz İsmâîl İbn er-Rezzâz el-Cezerî'nin[2] " el-Câmi' beyn el-İlm ve'l-amel en-nâfi' fi sına'ati'l-hiyel" isimli eserleridir.

    Ebu'l-İzz, ince ayrıntılarına varıncaya kadar toplam 50 makine ve aleti bir mühendis bakış açısıyla tanıtmakta ve ellisini tam ve yaklaşık 100 adedini de detay resimlerle mükemmel bir şekilde donatılmış olarak anlatmaktadır. O bu alet ve makineleri o günün şartlarında da olsa çok ciddi zorluklarla karşılaşmadan imal edebilmiştir. İşte bu eser kültürel ve bilimsel açıdan ulaşılan yüksek seviyenin tarihsel bir tanığıdır.

    el-Cezeri'nin hayatı hakkında, kitabının girişindeki kısa açıklamanın dışında bilgi yoktur. 1181-1206 yılları arasında Âmid'de (Diyarbekir) Artuklu hanedanının himayesinde bulunduğunu söyleyen Cezerî, 1205'te tamamladığı yukarıda söz konusu ettiğimiz Kitâb fî ma'rifeti'l-hiyeli'l-hendesiyye ( el-Câmi' beyn el-İlm ve'l-amel en-nâfi' fi sına'ati'l-hiyel) adlı ünlü eserini Emir Nâsırüddin Mahmud'un isteği üzerine kaleme almıştır.

    Kitap altı kısma ayrılmış olup ilk dört kısım onar, son iki kısım da beşer bölümden meydana gelmektedir. Bu kısımlar su saatleri ve kandil saatleri, ziyafetlerde kullanılan kaplar ve sürahiler, el yıkama ve kan alma için kullanılan kaplar, çeşmeler ve mekanik yollarla hareket eden (otomatik) müzik aletleri, su pompalayan makineler, muhtelif aletler üzerinedir. Kitapta her aletin şekli renkli mürekkeplerle çizilmiş ve çalışması ayrıntılı olarak izah edilmiştir; bu ayrıntılar da çeşitli renklerle gösterilmiştir. Ayrıca şekillerde Arap harfleri kullanılarak bazı parçalar işaretlenmiş ve metinde bunlara göndermeler yapılarak açıklamaların anlaşılması kolaylaştırılmıştır. Kitabın bazı yazma nüshalarında ise bu harflerin "ebced" hesabının değerleri kullanılmış, bazı yazma nüshalarında da henüz açıklanamayan gizli bir harf sistemi kullanıldığı dikkat çekmektedir. Ana Metinde aletlerin genel açıklaması verildikten sonra imal sırasına göre makineyi oluşturan parçaların teker teker yapımı gayet açık bir dille anlatılarak parçaların montaj yöntemi anlatılmış ve en sonra da o aletin çalışması hakkında bilgi verilmiştir.

    Gerçekten kitapta anlatılan su saatlerinden biri 1976'da Dünya İslâm Festivali için Londra Bilim Müzesi'nde, diğeri de 1/2 ölçeğinde İstanbul Teknik Üniversitesi'nde yeniden imal edilip orijinal haliyle çalıştırılmıştır.

    Allame el-Cezeri kitabının mukaddimesinde yer alan şu görüşleri dikkate değerdir: "Benden çok evvel dönemlerde gelen ilim adamlarının eserlerini ve onları izleyenlerin çalışmalarını araştırarak inceledim... Sonunda nakillerden bu eserlerden sırf nakil yapmanın anlamsız olduğunu gördüm. Başkalarının yaptıklarının aynısını aktarmaktan uzak durarak problemlere kendi öz yaklaşımım ve gözlemlerimle yaklaşabildim... Bu incelemelerim sonunda pratiğe dökülemeyen her teknik bilginin doğru ile yanlış arasında askıda kaldığına şahit oldum" derken yeni bir inkişafı gerçekleştirdiğini göstermiştir.

    Batılı bazı ilim adamlarının "el-Cezeri esas itibariyle bir mucit değil, bir mühendistir" gibi yorumlarını ve kanaatlerini kabullenmek asla mümkün değildir. Zira o dönem için Metal döküm tekniğine ait bilgiler ileri bir mühendislik seviyesini ifade etmektedir ki, bununla da el-Cezeri'nin basit bir mühendis değil büyük bir mucit olduğunu kanıtlar.

    Su ve kandil saatleri Cezerî'nin gücünü ifade eden karmaşık aletlerdir. Su taşıma makineleri ekonomik yönden daha önemli olmakla beraber eserinde bunlara saatler kadar önem verilmemiştir. Metal döküm tekniğine ait bilgiler ileri bir mühendislik seviyesini ifade ettiğini söyledik. el-Cezerî'nin aletleri yer çekimi kuvvetiyle çalışır ve bu kuvvet düşürülen bir ağırlık, boşalan bir kaptaki şamandıra veya batan bir cisimle elde edilir. el-Cezerî, eserinde kullandığı makine parçalarını ve imal usullerini de en ince ayrıntılarına kadar tanımlamıştır. Büyük bir kısmı bugünkü Avrupa mühendislik terminolojisine giren makine parçaları üzerine yaptığı çalışmaların en önemlileri arasında şunları görüyoruz: Konik vanalar, kapalı kum kutularında pirinç ve bakır döküm, tekerleklerin balansı, ahşap şablon kullanılması, aletlerin mükemmelliğini göstermektedir.

    Bunlardan bir kısmının yüzyıllar sonra Avrupa'da âdeta yeniden keşfedildiği bilinen tarihî bir gerçektir. Meselâ kapalı kum kutuları ile döküm, Avrupa'da 1500 yıllarında başlamıştır. Konik vanalardan ilk söz eden Leonardo da Vinci'dir. Su saatinde seviye kontrol cihazına benzer ve buhar kazanlarında kullanılacak bir aletin patenti İngiltere'de 1784 yılında alınmıştır. Bu da el-Cezeri'nin bu alanda ne kadar erken bir dönemin alimi olduğunu kanıtlamaktadır.

    el-Cezerî'nin makinelerinden sadece biri, su çarkı ile işleyen tulumba modern mühendisliğin gelişmesine doğrudan doğruya katkıda bulunmuştur. Bu makine, çift etki ilkesinin uygulanması, dönme hareketinin ileri-geri harekete çevrilmesi ve emme borusunun bilinen ilk kullanılışı olmasından dolayı büyük bir önem arz eder. Böylece Onun bu icatları, buhar makinesinin ve emme basma tulumbasının ilk örneği olduğu muhakkaktır. Söz konusu makinede akan suyun çevirdiği çark düşey düzlemde bir dişliyi, bu dişli de yatay düzlemdeki diğer bir dişliyi döndürmektedir. Yatay dişlinin çevresine yakın bir yerde düşey bir pim bulunur. Bu pime ortası yarık ve diğer ucu yine bir pimle sabitleştirilmiş bir çubuk geçirilmiş ve bu çubuğa da tulumbaların piston kollanılmıştır. Aletin yatay dişlisi dönünce yarık çubuk açısal bir hareket yapmakta, piston kolları da ileri geri gidip gelerek tulumbaları çalıştırmaktadır.

    İşte bütün bu icat ve buluşlara baktığımızda el-Cezeri'nin kendi alanında bir çok "ilk icadı" gerçekleştirdiğini gördüğümüz gibi, ayrıca hem onun mükemmel bir ilim adamı olduğunu ve hem de onun icadları sayesinde İslam Medeniyetinin hangi ileri düzeyde olduğunu bütün dünya ilim adamlarına gösterdiğini görebiliyoruz. Bu medeniyetin yeniden keşfi ve yaptıklarını anlamak için de bugün kütüphanelerimizde bulunan bütün yazma eserlerin edisyon kritiğini yaparak ilim dünyasına kazandırmamızla mümkün olacaktır.

TV PROGRAMLARI

  • İSLAM TIP TARİHİ DERSLERİ
  • Filistin davası ve Türkiye'nin rolü
  • Rektörlerden Darbeci Baskısı
  • Ahmet Ağırakça
  • KURAN'DA MÜSLÜMAN ŞAHSİYETİ
  • Filistin Bizim İçin Ne İfade Ediyor?
  • Seyyid Kutup / Fizilal'il Kur'an 03/03
  • Her Müslüman Bir Dava Adamıdır