Fikriyat Yazıları
-
Filistin’de Kimin Hakkı Var / 09-08-2017
İslam Ülkeleri dışişleri bakanları toplantısında bir tavır ve net bir mesaj göremediğimiz için biz kendi sesimizi nasıl yükseltiriz diye düşünelim dedik. Biz böyle inanıyoruz:
Bugün Filistin olarak bilinen topraklar 1948 de kurdurulan siyonist devlete teslim edilen ve 1967 yılında da 5 Haziran savaşı ile işgal edilen topraklar aslında kimindir. Hz. Yusuf'u kuyuya atan hain kardeşleri babaları Yakub/İsrail'e bile ihanet ederek büyük bir günah işledikleri günden bugüne kadar tartışmaları süren "bu toprakların sahipleri kimdir?" sorusuna cevap aramak lazımdır. Buranın ismi Filistin olduğuna göre "Filistiler"e ait topraklar olduğu da aşikârdır. Hz. Yusuf'un Mısır'a yerleşmesinden sonra Yakub/İsrail'in çocuklarını da buraya yerleşmişti. Artık Filistin'den çıkmış Mısırlı olmuşlardı. Burada Firavunlardan gördükleri zulümler sonunda Hz. Musa onları alıp buraya getirmek isterken ona bin bir türlü eza ve cefalar çektirmişlerdi. Nihayet buralara tekrar geri geldiklerinde tarihin derinliklerinden beri burada yaşayan bir halk vardı. Bunlar da Ârâbî ırkından olan "Filistiler"di.
Ancak kısmen bölgeye gelen İsrail oğulları zaman içerisinde çeşitli nedenlerle buradan ayrılıp veya geri gelme bahanesiyle dünyanın muhtelif bölgelerine dağılmışlardı. Siyonistlerden Emanuel Karasso ve Thedor Hertzel gibileri İngilizlerin desteği ile Filistin'de bir toprak elde ederek burada devlet kurmaya başlamışlardı. Bunun üzerine de dünyanın her tarafından taşınıp getirilen Yahudiler buralara yerleştirilmişlerdi. Ama bu topraklar kimindi kimin kalmalıydı, bu yerler kime aittir? Diye soran olmayacak mı bir gün?
Aslında Kudüs Yahudilerin değil, Hz. Adem'den beri gelen tevhidin temsilcisi peygamberlerin mirasıdır. Bu miras nesilden nesile Allah'a itaat eden salih kullara devredilmiş ve onlar buna sahip olmuşlardır. Allah bu kutsal toprakların daima Salih kimselerin yönetiminde kalmalarını irade buyurmuş, fasık ve zorbaların hâkimiyetine geçen bu toprakların tekrar peygamberlerin veya peygamber mirasçılarının eline geçmesini istediğinden dolayı sık sık bu bölgeye peygamberler gönderip hep bölge halklarını uyarmıştır. Hz. Musa'dan sonra gelen ve İsrailoğullarına mensup birçok Peygamber'in içinde Davut ve ardından Süleyman'ın gelip bu topraklarda Allah'ın şeriatıyla güçlü bir devlet olarak hükmetmelerinin sebebi budur. Hz. Davud öncesinde de Allah İsrailoğullarını tekrar küfre karşı cihad etme hususunda imtihan etmiş ve onlara Talut'u hükümdar olarak belirlemişti. Fakat yine itaat etmeyip isyan ederek bu mukaddes topraklar uğruna savaşmaktan kaçınmışlardı. İşte bütün bu olaylar çerçevesinde Davud ve Süleyman (a.s.)'dan sonra bu kutsal mekan ve toprakların mutlaka mü'min ve muvahhidlerin yönetiminde olması gerektiğini anlıyoruz. Kâfir ve müşriklerin bu topraklar üzerinde velayet hakları olmamalıdır. Özellikle daha sonra Zekeriyya ve Yahya (a.s)'ı öldüren kitlenin bu topraklar üzerinde velayet hakkına sahip olamayacakları açıktır.
Yahudilerin bu topraklara Hz. Musa zamanında sahip çıkmayıp "Git sen ve Rabbin savaşınız" diyerek bu kutsal mekanları korumaya yanaşmamalarının sonucu ellerinden alınmış, hatta bu fırsat ellerine birkaç kez geçmesine rağmen aynı isyan ve korkaklığı gösterdiklerinden dolayı artık bu mescid ve çevresi hakkında hiçbir sahiplik iddiasında bulunamayacaklarını Cenab-ı Allah onlara defalarca bildirmiştir. Buna rağmen çağımızda dünyayı fesada boğarak Filistin'i işgal edip bunca insanın kanına girmeleri, boşuna günah çıkartma gayret ve iki yüzlüklerinden başka bir şey değildir.
Diğer taraftan Kudüs'ün son ve haklı mirasçıları olan Müslümanların da buradaki mescidi, Hz. Ömer zamanında İslam toprağı yönetimlerine almalarından sonra iki kez başkalarına kaptırmış olmaları salahtan uzaklaşmalarından kaynaklanmaktadır. Yukarıda ifade ettiğimiz şekilde yeryüzüne salih kullar mirasçı olurlar. Fakat salahı kaybedip İslam'a ve tevhide olan bağlılığı bırakıp yanlış yollara sapınca Allah'ın hikmetiyle bu kutsal mekanlar ellerinden çıkıp Buhtunnassır ve Romalıların eline iki kez geçtiği gibi Müslümanlar zamanında da kendilerinden daha zalim kavimlerin eline geçmiştir. Galiba Haçlı seferleri sırasında ve bu dönemde Mescid-i Aksa'nın, o gün Haçlıların ve bugün Yahudilerin eline geçmesinin hikmeti de Müslümanların İslam'a olan bağlılıklarını bu iki dönemde de kaybettiklerinden kaynaklanmaktadır.
Böylece kutsal mekanları salih kullar sahiplenirse kutsallıklarına paralel olarak korunurlar. Temennimiz İslam dünyasındaki uyanış ve direniş hareketlerinin gittikçe güç kazanması bu kutsal mekânların tekrar Allah'ın kendilerinden razı olduğu salih kulların eline geçmesidir. Bunun da ilk işaretlerinin görülmeye başlanmış olması bu ümidi daha da arttırmaktadır. İslam dünyasında gittikçe güçlenen Müslümanlar bir gün mutlaka işgal altındaki bu toprakları kurtaracak ve yeniden salih kimseler ve mü'minler yeryüzüne mirasçı olacaklardır. Korkak ve zillet vurulmuş Yahudiler Filistin'i boydan boya bölen utanç duvarını yapmalarının sebebi bu toprakların öte tarafında saklanmak içindir. Batı yakada ve Kudüs'ün doğu kesiminde barınamayacaklarını anladılar da onun için bu duvarı inşa ettiler.
Elli yıldır süren bu işgale hayır demenin tam zamanıdır şimdi. Bütün bir İslam dünyasında bu suskunluk meş'alelerini yakıp tüm cihana bu işgale son verilmesi ve Kudüs'ün özgürlüğüne kavuşturulması mesajını vermenin zamanıdır. İslam Teşkilatında üye olan 57 devletten beklenen bu tavırdır. İslam ümmetinin bir dava bilinciyle Kudüs'e sahip çıkmaları gerekmektedir. Yalnız devletlerin ve Dışişleri bakanlarının değil, Kudüs için hepimizin yapabileceği çok şey vardır… Bu elli yıllık işgal sona ermeden İslam dünyasının başını dik tutması mümkün olamaz.