Fikriyat Yazıları
-
Dava Adamının Özellikleri (III) / 25-09-2017
Bu konuya ve başlığa bundan önceki yazılarımızın devamı olarak şunları ilave etmemiz mümkündür:
Dava adamı her yerde ve her işte, her makam ve mevkide Allah'a bağlılığını sürdürür. Her an Allah'a itaatkârdır. Öncelikle onun bütün ilke ve ölçüleri İslam'dır, İslam'dan asla taviz vermeden yoluna devam eder ve Allah'a karşı sadakatini bozmaz. Dava adamının bütün gayreti, İslam'ı ve İslam'ın güzelliklerini, imanın verdiği huzur ve zevki, İslam'ın her konudaki mükemmelliğini, ilahi olduğunu diğer insanlara anlatmaktır. İnsanların geneline öğüt ve nasihatle onları doğrulara yönetmesi onun görev olmalıdır. Bundan asla geri durmamalı, Müslümanlara hatırlatmalarda bulunma ve onların da bu davaya katkılarının olması gerektiğini hep anlatıp durmak zorunda olduğunu hissetmelidir. Peygamberler Cenab-ı Allah'tan aldıkları vahyi bize ulaştırmakla görevli oldukları gibi biz de bu bilgileri diğer insanlara anlatmakla görevliyiz. İşte bunun için dava adamı bildiklerini hep başkasına öğretme heyecanı duymalı, hayatı boyunca öğretici rolü üstlenmeli ve sürekli öğretmen olduğunu asla unutmamalıdır. Özellikle kız çocuklarının okuması ve üst düzeyde bir öğrenime ulaşmaları için hep onları teşvik etmelidir. Zira annenin ıslahı ümmetin ıslahı demektir. Anne ıslah olursa bütün ümmet huzura kavuşur. Aile mutlu, yeni nesiller de güçlü olurlar.
İnsan hali olarak dava adamı bir hata işlediği zaman hatasını kabul etmeli, hatta hatasını kabul ederken kendi kendisini de hesaba çekmeli. Nefsi ile sürekli mücadele etmeli, onu nefsi değil, davası yönlendirmelidir. Dava adamı arkadaşlarının kıymetini her zaman bilmeli ve takdir etmelidir. Arkadaşları ile olan ilişkilerini her zaman dostane bir üslupla korumalıdır.
Dava adamı sürekli okumaya önem vermeli bilgisini yenilemeli kendi çalışma alanı ile ilgili araştırmalarını aksatmamalı, hep yeniliklerle kendisini geliştirmelidir. Dava adamının en önemli ilkesi olarak kendi çocuklarını da kendisi gibi dava adamı yetiştirmeli ve onların da bütün bu özelliklere sahip olmaları için gerekli eğitimi vermeli veya buna zemin hazırlamalıdır. Dava adamı edep ve haya timsali olarak tanınmalı ve bu duruşunu her zaman sergilemelidir.
Dava adamı hiç kimseye müdahene (yağcılık-tabasbus) yapmamalıdır. Herkese karşı açık sözlü olmalı, içinden geldiği gibi konuşmalı kimseye asla eğilmemeli, yeri geldiği zaman sözünü esirgemeden lafı gediğine yerleştirmelidir. Ama diğer taraftan da aynı zamanda dava adamı müsamahakâr ve affedici olmalı, asla kin gütmemeli, içinde kinini yaşatmamalıdır. Kin, hırs ve cimrilik imanla bir arada olamaz ve bunlar Müslümana asla yakışmaz özellikle dava adamına hiç yakışmamaktadır.
Dava adamı amirlerine ve üst yöneticilere karşı dürüst olmalı ve onları asla aldatmamalı, yanlış yönlendirmemeli ve onlara yanlış ve eksik bilgiler vererek zor durumda bırakmamalıdır. Dava adamı olayları asla çarpıtmaz her şeyi doğru görür ve doğru aktarır. Yanlış yorumlara sebep olmaz.
Yıllardır içinde bulunduğumuz ortamın, yaşadığımız problemlerin ve gördüğümüz eksiklik ve dedikodu ortamlarının verdiği sıkıntılarla hep boğuşup durduk. Bunları zaman zaman azalttık ve geçici de olsa gençliği doğrulara yönlendirebildik. Ancak dünya nimetleri içine gömülenlerimiz sınıf atlayarak farklı bir hayat tarzına bürünenlerimiz oldu. Dindar ama seküler bir hayat tarzı içinde yaşayanların oturduğu sitelere yerleşenlerimiz çok farklı bir hayat tarzını benimsemiş ve bunların çoğu İslam davasını sadece namaz kılmaktan ibaret saymışlardır. Namazın çok büyük bir ölçü olduğunu her zaman ifade etmemize rağmen birilerinin namaz dışında kalan diğer bütün hassasiyetlerini eski yaşadıkları mütedeyyin ve takvalılarla meskûn mahallerinde bırakıp hatta unutup bu lüks sitelere taşınıp gittiler.
Kemal Allah'a mahsustur ve üstün takva da herkeste aranmamalıdır. Bunun farkındayız, ama 70'li ve 80'li yıllardaki duruşumuz, birbirimize bakışımız ve beslediğimiz kardeşlik sevgileri çok daha güzel değil miydi? Lütfen kendi kendimize soralım. Hz. Ömer Irak ve Suriye bölgelerinin fethinden sonra Medine'ye ulaşan büyük ganimetleri görünce ağlamaya başlamış ve sebebini soranlara şöyle demişti: "Bu malların bizi birbirimize düşürmesinden ve dünyevileştirmesinden korkuyorum." Acaba bazılarımız bu ganimetlerin peşine düşüp de Uhud'ta Ayneyn Tepesini mi terk ettik. Yoksa zenginleşince İslam davasına ihtiyacımız mı kalmadı veya İslam'ı sadece bir iki ibadetten ibaret zannedip yanlışlıklara doğru mu sürükleniyoruz. Neler oluyor bize? O eski fedakârlıklarımızı, diğergam özelliklerimizi 80'li ve 90'lı yıllarda mı bıraktık. Kardeşlik duygularımız ve birbirimize olan bağlılıklarımız ve kardeşâne yaklaşımlarımız nerelere uçtu gitti. Davayı hep beraber üstlendiğimiz ve bunun mücadelesini birlikte verdiğimiz günler nerelerde kaldı. Birimiz evini bir evden diğer eve taşırken hamal tutmazdı, hep beraber koşup eşyayı kamyona yükler biz taşırdık. Birimizin çocuğu hasta olduğu zaman hep beraber seferber olurduk. Şimdi bunlar var mı? Birimiz evini taşımak isterse gidip hamallık yapar mıyız? Eskiden olduğu gibi birimiz evini boya badana yaparken hiç işçi tutmazdı, gider beraber boyardık, ve ardından beraber temizlerdik!? Birimiz maddi sıkıntıya düştüğü zaman onun yanında soluğu alan Ebu Bekir misali arkadaşlarımız vardı…Şimdi bunlara ihtiyaç kalmadı denile bilir, tamam da ! Birbirimize karşı olan kardeşlik duygularımıza ne oldu? Ülke yönetimini ve özellikle 1994 yılından sonra Belediyelerde başlayan iktidarımız ve son yıllardaki refah düzeyimiz bizi değiştirip bozdu mu? Bunu hiç düşündük mü?
Dava adamları olarak kendimize gelmemiz ve toparlanmamız gerekir. Yeniden MTTB ve Akıncılardaki samimiyet ve fedakârlığa sarılmamız ve İslam'ı yeniden kucaklamamız gerekiyor. Ümmet bilincini yeniden kuşanmak zorundayız. Başka çaremiz ve çıkar yolumuz yoktur. Haydi hep birlikte bunu düşünüp savrulmaların önüne geçelim… Bence yapabiliriz arkadaşlar…