Fikriyat Yazıları
-
15 Temmuz 2016 Darbe Teşebbüsünün Diğerlerinden Farkı / 25-07-2017
15 Temmuz 2016 askerî darbe teşebbüsüyle 1960'dan beri gerçekleşen askerî darbeler arasında bir fark var: Adnan Menderes'in seçilmiş iktidarına ve Demokrat Partiye karşı yapılan 27 Mayıs 1960 askeri darbesi o günün Genelkurmay Başkanlığı'nın emir komuta zinciri içinde bütün ordunun iştirak ettiği bir darbeydi. 10 yıldan beri iktidarda olan Demokrat Parti ve Adnan Menderes'in siyasî iktidarı ve meşru hükümetini bir anda silah zoruyla görevden alarak yerine birkaç yıl sürecek bir askerî sıkıyönetim ilan etmiş ve yıllardır iktidara gelemeyen CHP'ye hükümeti kurdurmuşlardı. Kendilerine göre askeri mantığa dayalı bir anayasa düzenlemek suretiyle ordunun her zaman hâkimiyetini kabul ettirecek bir anlayışla yeni bir yönetim oluşturmuşlardı. Bunun yanında Cemal Gürsel'den sonraki Genelkurmay Başkanlarının Cumhurbaşkanı olması için hazırlanan zemin ve getirilen uyduruk kural ve anlayışlar ayrı bir askerî despotluktu. MGK/Milli Güvenlik Kurulu diye bir cunta kurmuş bundan sonra Cumhurbaşkanlarını onlar seçmek üzere görevlendirilmişlerdi. 1960'tan 1989'a kadar 29 yıl müddetle istediklerini cumhurbaşkanı seçtirdiler.
12 Mart 1971'de askerler tekrar siyasal iktidara muhtıra vererek yönetime müdahale etmişlerdi. Bu olay ilk anda doğrudan doğruya bir darbe gibi görünmese de muhtıra öncesi öğrencileri birbirine kırdırarak kan dökülmesine ortam hazırlanmış, insanlar birbirlerini kırmış ve ordu kendi kendisine davetiye çıkarmıştı. Askerin bu müdahalesiyle siyasal iktidar görevinden uzaklaştırılmış CHP'li Milletvekili Nihat Erim sözde bağımsız Başbakan yapılmıştı. Askeri sıkıyönetimde suçlu /masum birçok kimse idam edilmişti. 1950 den beri iktidara gelemeyen CHP iki kez darbe ile iktidar yapılmıştı.
Aradan daha 10 yıl geçmeden, 12 Eylül 1980 darbesi yine Genelkurmay Başkanı'nın emir komuta zinciri çerçevesinde gerçekleşmiş ve halkımız yeniden askerlere ve askeri yönetimlere mahkûm edilmişti. Bu yönetim: "bir sağdan bir soldan idamlar yaptık diyerek" kendilerine has bir yönetim anlayışıyla birçok masum insanın kanına girdiler. On binlerce insan hapishanelerde işkence görmüş bir kısmı hayatını zindanlarda kaybetmiş, bir kısmı da yurt dışında uzun yıllar gurbette yaşamaya mahkum edilmişti.
Bir sonraki askeri darbe de yine Siyasal iktidarın başarısını hazmedemeyenler, İslam dünyası ile irtibatların ve güzel ilişkilerin oluşmasına razı olmayanlar, ülkenin kalkınmasını kendileri aleyhinde bir gelişme kabul edenler 28 Şubat 1997'de"postmodern" bir darbe gerçekleştirdi. Bir defa daha siyasal iktidar zorla görevinden istifa ettirildi. Refahyol hükümeti büyük başarılara imza atmışken istifa etmeleri için aylarca baskı yaparak zorla Başbakan Erbakan'ın istifasını sağladılar. Özgür seçimlere hiç önem vermeden seçilmişlerin hukukunu asla düşünmeden despotça bir anlayışla askerî cuntalar ve bu askerî cuntalara yaltaklık eden "28 Şubat hükümetleri" kuruldu. Seçilmemiş iktidarlar insanlarımıza kan kusturdular. 28 Şubat darbesinin en önemli özelliği, siyasi iktidarın yaptığı ekonomik hamleleri, barış ve kardeşliği hazmedememesi idi. Özellikle İslâmî kesimin güçlenmesini hiçbir zaman istemediklerinden dolayı bu karşı tavırlarını takınmış, Üniversitelerde başta olmak üzere bütün kamu kurumlarında başörtüsünü yasaklamış ve toplumun yarısı olan kadınların örtülü olan `'nı devlet kapılarından kovmuşlardı. Sadece memurları değil, hastaların bile hastahanelere başörtülü olarak girmesini yasaklamışlardı. İşte bu darbe de başörtüsü mücadelesinin ortaya çıktığı bir darbe haline dönüşmüştü. Dolayısıyla 28 Şubat başörtüsüne karşı yapılmış darbeydi. Buna karşı büyük mitingler ve yürüyüşler yapıldı, el ele eyleminde bir günde 3 milyon insan bir araya geldi. Edirne'den Van'a kadar bir anda insanlar el ele verip bir zincir oluşturdular. Fakat bundan netice alınamadı. 1998'den itibaren yasaklanan başörtüsü 2011 yılına kadar on üç yıl müddetle zalimce bir yasak olarak sürüp gitti. Ancak 2002'de Ak Parti iktidarıyla birlikte oluşan "güçlü Türkiye", tekrar belli kesimleri harekete geçirmiş ve bir kaç defa yönetimi tökezletmek istemişlerdi. Ama Güçlü bir lider ve onu destekleyen milyonlar ülkeye sahip çıkmasından dolayı bu teşebbüsler akamete uğramıştı. 26 Nisan 2007 muhtırasına karşı net bir tavır takınan iktidar o gün için büyük bir badireyi atlatmıştı. Ama hala AK PARTİ iktidarından rahatsız olan birileri vardı. Bunların sürekli bir askeri darbe heves ve istekleri vardı. Nihayet Haçlıların Kudüs'e saldırıp işgal ettikleri gün olan 15 Temmuz günü FETÖ ile ordu içindeki Batı Çalışma Grubu ve Kemalistler bir araya gelmek suretiyle yıllardır birbirlerine düşman olmalarına rağmen işbirliği yapmış ve darbeye teşebbüs etmişlerdi.
Fethulah Gülen 28 Şubat'ta Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir'e bir mektup yazmış, ona yaltaklanarak bütün okulları devretmeye hazır ve ordunun emrinde olduğunu söyleyecek kadar ikiyüzlülük göstermişti. Öbür taraftan da orduyu aldatarak kendine bağlı olanları askerî okullara hile ile sokmuştu. Soruları çaldırarak başkalarına haksızlık ederek milletin çocuklarının askeri okullara girmelerini engelleyerek büyük bir takiye usulü ile orduya yerleşmişlerdi. Feto denen yeni din uydurmacısı, vaiz bozuntusu onlara namaz kılmamalarını, oruç tutmamalarını, hanımlarının başlarını açmalarını ve gerektiğinde içki içip dans etmelerini tavsiye edecek kadar İslami anlayış ve ahlaktan uzak düşmüştü. Gülen bu anlayışıyla gerçekten İslam'dan bir yana tavır içinde miydi? Yoksa İslam'ı çok farklı bir din haline getirip insanları ibadetten mahrum hale getirtecek bir örgüt mü kurmuştu?
Çok net ve açık olarak bu darbeciler menfaatlerini birleştirmiş, Gülen grubu ile Batı Çalışma Grubu bir araya gelmek suretiyle böyle bir rezalet ortaya çıkarmışlardır. Bir darbe girişimi ve tankların sokaklara sürülmesiyle, her biri bir tank gücünde milyonlarca dava adamını sokaklara döktü. Diğer darbelerden en önemli ve bariz farkı, insanlarımız ve bütün milletimiz tarafından bastırılmış olmasıdır. Daha önceki darbelerde insanlar hemen evlerine kapanır, seslerini çıkarmaz, kaderine razı olurlardı. Bu sefer ölümüne meydanlara ve sokaklara çıktık. 249 insan bu uğurda hayatını kaybetti. 2193 yaralı var. Şehidlere Allah rahmet eylesin. Gazilere sıhhat ve afiyet versin. Bunun yanında bu FETÖ'nün mensuplarıyla Batı Çalışma Grubu'nun mensupları büyük bir mağlubiyete dûçâr olmuş, halkın karşısında yenik düşmüş, rezil olmuş, elleri kelepçelenmek suretiyle gözaltına alınmış ve mahkûm olmuşlarıdır. "Allah onların evlerine ateşler salsın" diye fetö'nün yaptığı beddua kendi adamlarına dönmüş ve evlerine ateş düşüp darmadağın olmuşlardı.
Daha önceki 10 yılda bir yapılan darbe teşebbüsleri ile bunun arasındaki en bariz fark şudur: Bu darbeyi halk önledi. Hem de canları pahasına meydanlara sokaklara çıkarak önledi. Tankların altına bedenlerini soktular. Ateş kusan silahlara karşı bedenlerini siper ettiler. Yeter ki insanların özgürlükleri engellenmesin. Yeter ki seçilmişler iktidarda kalsın diye ölümler göze alındı.
Tankın egzozuna tişörtünü tıkayan kebabçı çırağı, kamyonu ile meydanlara adam taşıyan abla, Mahsullerini ateşe verip Akıncılar üssünden uçakların kalkmasını engellemeye çalışan köylü kardeşim, motosikletiyle tankı kovalayan delikanlım, terliğiyle tankı döven tevzem, 16 F jetlerine yerden ve balkonlarından meydan okuyan kardeşlerime, tank kapağını taş motoruyla kesen ustama, tanktan çıkardığı askere sarılıp linç edilmekten koruyan polis kardeşime, jetler havalanmasın diye yakıt depolarını boşaltan yiğit subayıma, kamyonları ve tırları kışla kapısına çeken şoföre, meydanlara bastonu ile gelip dua eden hacı babaya, evinde dua ederek gözyaşı döken annelere, kanayan bacağını kemeriyle sıkan dayıma, vatanı ve bağımsızlığı için canını veren şehid kardeşime selam olsun diyen bir millet vardı.
İşte 15 Temmuz 2016 askerî darbesinin, diğer askerî darbeler, teşebbüsler ve muhtıralardan farkı budur. Bu da tarihe ve özellikle darbeler tarihine geçmiştir. Askerlerin bir daha böyle bir darbeye teşebbüs etmeyeceğini umuyoruz. Ama herkes bilsin ki, bu millet, askerî yönetim istemiyor. Askerler her başa geldiğinde ekonomi çöker, ahlaksızlık artar, özgür seçimler yok olur, siyasal iktidarlar kenara çekilir, dipçikler ve postallar onların yerini alır. Ve birçok lider ve önder heder edilir.
Ama işte bu sefer buna müsaade edilmedi. Buna müsaade etmeyen halk, darbeler tarihinde destan yazdı. Bu destanı yazanlara ne mutlu!